5 Haziran 2007 Salı

Haydut Millet.........



HAYDUT MİLLET....


Mavi forum

Omuz omuza savaştıracak kitaplar

Bir Çanakkale Destanı Şehadetname

Halide Alptekin
Yitik Hazine Yayınları
Ölüm ile hayat, esaret ile hürriyet arasında kıl kadar mesafenin kaldığı bazı zamanlar vardır. Vatanı korumak için vatanın binlerce kilometre ötesinden gelindiği ve burada kalındığı zamanlar...
Böyle bir zamanda yola çıkar İstanbul Sultanisi'nden elli yiğit genç. Geride gözü yaşlı analar, babalar ve yârlarını bırakırlar. Çanakkale'de kıpkırmızı açan birer Cennet gülü olurlar sonra; ardından okulları sarı ve siyaha boyanır. Mezar taşlarına yazılamasa da isimleri, tarihin kara sayfalarına altın harflerle kazınır. Ve Sultani'den alamadıkları diplomayı cephede alırlar. Bu belge vardıkları mertebenin de nişanı olur: Şehadetname...
Onlar sadece İstanbul Sultanisi'nin yiğitleri değildir, bu vatanın yüz otuz iki ayrı köşesinden cepheye koşan Mehmetçiklerdir. Memleketleri; Musul, Adana, Üsküp, Erzurum, Van, Bağdat, Bursa, Selanik, Diyarbakır, Mekke, Sivas... değildir, artık Çanakkale memleket olmuş, vatan Çanakkale'ye emanet edilmiştir.
Elinizdeki roman, sayıları iki şehir nüfusunu bulan kahramanların "bu topraklar için toprağa girişinin" destanıdır.
Çünkü biliyoruz ki memleketimiz neresi olursa olsun biz Çanakkaleliyiz.


Çanakkale'de Şahlananlar
Destan Yazan Yiğitler ve Analar
Vehbi Vakkasoğlu
Nesil Yayınları
Çanakkale’de yaşananlar, sadece kuru bir “savaş” kelimesiyle açıklanamaz. Orada yaşananlara ancak bir milletin “şahlanışı” denebilir. Osmanlı torunu yiğit Mehmetçikler, yüreklerindeki iman gücüyle dünyanın “Süper Güç”lerine meydan okumuşlardı Çanakkale’de.
Hz. Ali’nin Hayber Kalesi’nin kapısını sökerken şahlanışı gibi şahlanmıştı Seyit Onbaşı… O şahlanışla 276 kiloyu sırtlanmıştı. O şahlanışın tesiriyle Müstecib Onbaşı, bir denizaltıyı, periskopundan, hem de top atışıyla yakalamıştı.
Şehit anaları, oğullarını “Ya şehit ol, ya gazi; yeter ki bu vatana düşman ayak basmasın” diye göndermişti cepheye… Kahraman hanımlar da eşlerini cepheye bizzat kendileri uğurlamış, şehadet haberleri geldiğinde de acıyı kalplerine gömmüş, aziz hatıraları için her öğün bir tabak da onlar için indirip kaldırmışlardı sofraya… Zaferi kazandıran yiğitler kadar analar da destanlar yazmıştı Çanakkale’de… Çanakkale destanı, kanla ve gözyaşıyla yazılmıştı.


Çanakkale Yolunda
Gabriel Domergue
Babıali Kültür
“Almanya’yı yenmemiz için onu çember içine almamız, çembere almamız için de Ruslarla ittifak yapıp Çanakkale’den serbest geçişi sağlamamız gerekiyor. Böylece, Türkleri yenmek ve başkentlerini fethetmek zorundayız.”
Bu kitap, 1915 yılının dünyayı kasıp kavuran savaş ortamında, bir Fransız gazetecinin Balkanlar’dan Çanakkale’ye kadar uzanan cephelerde tuttuğu günlükten oluşmaktadır.
Fransız savaş muhabiri Gabriel Domergue, kaleme aldığı bu günlükte, İngiltere, Fransa, Rusya ve daha sonrasında İtalya’nın Osmanlı karşısındaki, savaş stratejilerinin yanı sıra bu milletlerin Türklere bakışlarını anlatmaktadır.
Savaşın yapmacık bir yanı olmadığını vurgulayan yazar, bir yabancı olduğu halde Türklerin asil ve kahraman bir millet olduğunu dile getirmekte ve maceraperest bir avuç Jön-Türk tarafından kandırılarak savaşa sürüklendiklerini de özellikle belirtmektedir.



Çanakkale
Mehmet Işık & Murat Tuna
Yakamoz Yayınevi
Yarım milyon can düştü yere..Savaşın en acı yerinde duruyorlardı şimdi.
Gözyaşının kana karıştığı anda, artık ölümden başka bir seçenekleri kalmamıştı.
Bir yanda, binlerce kilometre uzaktan gelen ve neyle karşılaşacağını henüz bilmeyen askerler, öte yanda ise yaşadığı yeri korumaya ant içmiş vatanseverler vardı..
VATANIN TANIMI, BU SAVAŞLA BİRLİKTE YENİDEN YAPILDI...





Türk Romanında Çanakkale Muharebeleri
Celal Mat
Akçağ Yayınları
Şüphesiz “Çanakkale”; şairin “Gökten ecdâd inerek öpse o pak alnı değer.” dediği Türk milletinin, “bir hilâl uğruna” yazdığı “tarihe sığmayan bir destan”; “yok”luğun “var”lık yolunda ebediyete vâsıl olduğu; vatan, bayrak ve millet uğruna verilen her canın ve akıtılan her kanın, sonsuzlukta yankılandığı bir abide; Türk insanındaki yüksek ruh ve kudretin, tarihte emsali görülmemiş ölçüde tebarüz ettiği bir şahikadır.
İşte konusundaki ilk ve tek akademik eser olma özelliğine sahip bu kitap, yukarıda sözü edildiği üzere Türk milletinin şahlanarak yeniden tarih sahnesine çıktığı Çanakkale Muharebelerinin, Türk romanına olan yansımasını ortaya koymayı amaçlıyor..

Çanakkale 1915 - Ölüme Koşanlar
Recep Şükrü Apuhan
Timaş Yayınları
O gün, siperlerimizde akıllara durgunluk verecek kanlı bir boğazlaşma vardı. 30. Alay’dan bize kayıplarıyla hüzünlü, zaferiyle gururlu bir bayrak kaldı.
Bu kitapla bütün yönleriyle gözler önüne serilen Çanakkale Savaşı’nı gün gün yaşayacak, kendinizi siperlerde Mehmetçiğin yanında hissedecek, heyecan, gurur, hüzün ve zevkle okuyacaksınız…
Bu kitap; vatanı korumak uğruna ölüme koşanların, Çanakkale’de 1915 yılında tarih yazan kahramanların öyküsünü anlatıyor.
İngiliz, Fransız, Anzak resmi arşivlerinden, Osmanlı arşivlerinden, Mehmetçiklerin anılarından, komutanların raporlarından yararlanarak kaleme alınmış, ÇANAKKALE'nin her yönünü anlatmak amacıyla arşiv belgeleri, hatıratlar ve diğer kaynaklar taranarak hazırlanmış, Türkiye'de ilk defa yayınlanan fotoğraflarla zenginleştirilmiş bir kitap...

Çanakkale Savaşları ve Savaş Alanları Rehberi
Burhan Sayılır
Siyasal Kitabevi
Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan Çanakkale Savaşları'nın anlaşılmasını kolaylaştırmak, savaşın geçtiği yerlerin derli toplu bilgilerle gezilmesini sağlamak için, böyle bir çalışmanın yararlı olacağı kanaatine varılmıştır.
Bu çalışmada, sadece anıt, mezarlık ve şehitliklerin tanıtılmasıyla kalınmayıp, yaşanan muharebeler, askerlerin beslenme, barınma, sağlık gibi içinde bulundukları koşullar konusunda da ziyaretçilerin bilgilendirilmesi hedeflenmiştir. Rehber, bugüne kadar bu konuda yapılmış çalışmalar içinde Anadolu tarafından geniş çaplı bahseden ilk çalışma olması açısından da önemlidir.

Türk Kurmay Subaylarının Gözüyle Çanakkale Savaşı
Burhan Sayılır
Salyangoz Yayınları
Türkler gibi medeniyet sahibi olmayan bir milletin elinde bulunan Avrupa'nın bu son kalesine Hıristiyanlar tarafından hücum ediliyor.
Eğer İngilizler ve müttefikleri bunu başarırlarsa, bu fethedilmiş bir ülkenin peşinden koşan fatihler gibi burayı elde tutmak için değil, belki ilk kıvılcımı 1792'de Fransa'da parıldayan medeniyet ışıklarını Asya'nın karanlık köşelerine sokmak içindir. Hayalimizin ufkunda gözden uzak Bağdat'ın sisler içinde gizlenmiş göz alıcı manzarası canlanıyordu. Britanya'nın en tanınmış devlet adamlarının zihinlerinden yüz sene önce doğmuş olan bu siyaset, bugün Çanakkale'de yaşanmakta olan savaş ile de ilgiliydi. Temel şart ise, İngiltere'nin bu savaşta galip gelmesidir. Bunun ne kadar temel bir şart olduğunu, vazgeçilmez olduğunu, bugünkü nesil gerektiği gibi takdir edemez. Eğer İngiltere'nin askerleri, Gelibolu Yarımadası'nda başarısızlığa uğrayacak olursa, İngiliz güneşi Türkiye'de, Mısır'da, Hindistan'da kısaca bütün Doğu'ya ışıklarını önceki kadar vuramayacak ve aydınlatamayacaktır.
- Granville Fortescu (Çanakkale Ümitler, Yanılgılar, Gerçekler, Ankara 2003)
Türk Tarihindeki en önemli olaylardan biri olan Çanakkale Savaşı’nın gerçek tarihini bilmek için, birincil kaynak özelliğini taşıyan harp cerideleri ve birlikler arasındaki yazışmalar gibi arşiv belgelerinin yazı sıra bizzat bu savaşa katılmış olan subay düzeyindeki kişilerin kaleme aldıkları günlük, hatıra, kitap, makale ve savaşa sonrasında verdikleri konferanslara bakmak ve incelemek de oldukça yararlıdır. Bu düşünceyle, bu çalışmada savaşa katılmış subayların savaşa bittikten sonra verdikleri konferanslara yer verilerek Çanakkale Savaşı ile ilgili kaynakların topluma kazandırılması amaçlanmıştır. Söz konusu konferanslarda Anafartalar, Arıburnu, Seddülbahr ve Kumkale’de yaşanan çarpışmalara değinilmektedir.

Bir Hilal Uğruna - Çanakkale
Bilal Eren & Hakkı Karatekeli
Cihan Yayınları
Bir hilal uğruna nice güneşlerin battığı, tarihe sığmayan nice kahramanların ortaya çıktığı, her karış toprağının şüheda ile dolu olduğu bir kutlu mekandır Çanakkale...
"Hasta Adam ölürse, mirasını patlaşmak için birbirimize gireriz. İyisi mi hazırlıklı olalım, anlaşalım. Hasta, kucağımızda ve kontrolümüz altında ölsün. Mirasını da kavgasız - gürültüsüz paylaşalım" diyerek gelmişlerdi İtilaf Devletleri. Çörçil, "Bir elimizi arkamıza bağlasalar, diğer elimizle o milleti yener ve geçeriz" diyordu: "Komutanım! Bir kolum koptuysa da diğer kolum var. Beni tekrar cepheye gönderin. Ben, tek kolumla da iş görebilirim ve düşmenı Çanakkale'den geçirmem!..." İşte, Mehmetçiğin Çörçil'i sağlam kalmış tek koluyla yendiği yerdir Çanakkale...

Atatürk ve Çanakkale'nin Komutanları
Sermet Atacanlı
MB Yayınevi
Çanakkale'de Komutan Savaşları'nı anlatan dev bir tarihi araştırma: Atatürk ve Çanakkale'nin Komutanları
Çanakkale Savaşı'nın farklı bir açıdan öyküsü. Atatürk'ün muharebeler sırasında Türk üst komuta kadrosuyla ilişkileri, anlaşmazlıkları, kişilik çatışmaları. Muharebelerin ortasında yaşanan sıkıntılı dönemler, Atatürk ve komutanlar arasında gerginlikler. Rollerin değişip Atatürk'ün tek lider olduğu Cumhuriyet döneminde aynı komutanlar ile ilişkilerin seyri...
Atatürk'ün muharebe meydanında karşı karşıya geldiği İngiliz ve Fransız komutanlarla, savaştan sonra kesişen yollar. Kanlı bir savaşın arkasından gelişen sıcak dostluklar.
Arşivlerden yeni belgeler, bilinmeyen mektuplar, gün ışığına çıkan yeni fotoğraflar.
Çanakkale nasıl geçilemedi, savaş ne pahasına kazanıldı?
91 yıl sonra kimleri ve nasıl hatırlayalım, kimleri ve neleri unutmayalım?


Çanakkale'nin Kahraman Mekteplileri
İsmail Çolak
Lamure Kitap
İşte Çanakkale'nin Eğitim Ordusu: -Galatasaray Lisesi'nin, İstanbul Lisesi'nin, Vefa Lisesi'nin ve daha nicelerinin Gelibolu yamaçlarındaki Genç Mehmetleri - Vatansever eğitim neferlerindeki Çanakkale ruhu -19 Mayıs'ın kör şafağında kırılan 'gençliğim eyvah!' - Harbin eğitime ödettiği ağır bedel
Ve İşte Mahşerin Mektepli Kahramanları: - Galatasaraylı ilk gönüllü 646-Celal İbrahim - Galatasaraylı 948-Muzaffer'in destansı mahareti - Vefa'lı Fransızca öğretmeni Ahmet Rıfkı - Üniversiteli altı fedai ve Seracettin Öğretmen - Gönüllüler sınıfı ve Profeör Emin Efendi - İstanbul Lisesi'nin bahadırları ve Esat öğretmen - Çanakkale semasında batan iki mekteplinin ebedi aşkı - Öğretmen Hasan Ethem'in ölümsüz mektubu Ve Çanakkele'nin Kahraman Mekteplileri'ne dair bilinmeyen birçok olay bu kitapta…

Yakın Tarih İncelemeleri 1 / Çanakkale Savaşı
Muzaffer Albayrak
Yeditepe Yayınevi
Katkıda bulunan yazarlar: Bursalı Mehmet Nihat, Tuncay Yılmazer, Savaş Karakaş, Ahmet Yurttakal, İslâm Özdemir, Melike Bayrak, Özge Gürkan, Halis Ataksor
Büyük Savaşta Çanakkale Seferi
Bursalı Mehmet Nihat
Çanakkale Muharebelerinde Mütevazı Bir Asker: Binbaşı Halis Ataksor
S. Serdar Halis Ataksor
27. Alay Komutanı Yarbay Şefik Bey'in Arıburnu Savaşları Raporu
Zığındere'yi Anlamak
Tuncay Yılmazer
Çanakkale Geçildi mi?
Savaş Karakaş
Arıburnu'nun Şanlı Müdafaası ve 27. Alay 2. Tabur 4. Bölüğünün Hazin Hikâyesi
Ahmet Yurttakal
4 Mart 1915 Seddülbahir Çıkarması ve Bigalı Mehmed Çavuş
İslâm Özdemir
Çanakkale Savaşlarında Anadolu Yakası Muharebeleri
Melike Bayrak
25 Nisan Çıkarmaları Üzerine Genel Bir Değerlendirme
Özge Gürkan
Bir Bulut Hikâyesi
Tuncay Yılmazer

Çetinceviz Çanakkale
Ferit Erden Boray
Kum Saati Yayıncılık
Türkler öldürülebilir fakat mağlup edilemezler."
Napolyon Bonaparte
Çanakkale...
Bir milletin ölüm kalım savaşı...
Savaşmaya değil, ölmeye yemin etmiş kutlu bir ordu! Özgür ve bağımsız yaşamaya azmin ölümle dansı....
Topyekün bir halkın kaderinde ince bir çizgi...
Kitapta, Çanakkale savaşıyla birlikte onu oluşturan ruh kuvvetinin fikirsel anlamda dayanakları olan çetin ceviz kişilikleri de ön plana alarak inceliyor.

Çanakkale Savaşanlar Anlatıyor
Ruşen Eşref, Naşit Hakkı, K. Mülmann, Hamdullah Suphi
Örgün Yayınevi
- E sen nerelisin bakalım, ağam? diye sordum.
- Afyon Karahisar'ın Sandıklı kazasının Kusura kariyesinden Hüseyin oğlu Mustafa.
- Rütben?
- Onbaşı.
- Sen de Çanakkale'de bulundun, demek!
- Evet efendim, bulunduk.
- Yaralandın mı?
- Evet, kolumdan, bileğimden, parmağımdan.
- Ne ile yaralandın?
- Misket parçasıyla, şarapnel misketinin parçasıyla.
- Hangi taraftaydın?
- Seddülbahir tarafındaydım. "Donuz deresi"nden girdik, "Kanlı dere"ye çıktık; Kirte köyünün alt yanında "Kanlı dere" vardı; işte oraya!..
- Derler ki muharebede bizim askerlerin gözüne yeşil sarıklı askerler görünürmüş; siz de gördünüz mü onlardan?
- Hayır efendim, biz görmedik. Yalnız kuşlar vardı. Yeşil yeşil. Ateşin arasında gezerlerdi. Sonra zeytin ağaçlarına konarlardı. Başka bir şey görmedik. İşte o zeytin ağaçlarını kurşun, gülle kırmış, yıkmış, dalını budağını karıştırmış. O yeşil kuşlar oraya konarlardı. Kurşun murşun, Allah tarafından, onlara dokunmuyordu.

Çanakkale Savaşı Karikatürleri
Halil Ersin Avcı&Mehmet Ali Bingöl
Truva Yayınları
Savaş propaganda işidir. Tarihimizin en şanlı, ne yazık ki aynı zamanda en kanlı mücadelelerinden biri olan Çanakkale Savaşı'nda propagandanın rolünü anlamak için dönemin karikatürlerine bakmak yerinde olacaktır.
Karikatürlerin genelde mizah amaçlı çizimler olduğunu düşünürüz. Oysa çok etkili manipülasyon araçlarıdır bu sevimli resimler. Tarihçi Halil Ersin Avcı, genel olarak Birinci Dünya Savaşı perspektifinden başlayarak özelde Çanakkale Savaşı'nı irdeleyen tarihi karikatürleri bir araya getirdiği bu çalışmada; İngiltere, Almanya, Avusturya, Fransa, Rusya ve Osmanlı karikatürlerine yer veriyor. Bu ülkelerin gözlerinden bakıyor savaşa ve onların stratejilerini gösteriyor bizlere karikatürün, fotoğrafın, illüstrasyonun, kartpostalın basit ve renkli diliyle.
Bu kitap gösterecek ki, savaşan dünyanın tarafları cephede yaptıklarından çok, yazıp çizdikleriyle var oluyorlar kendi halklarının gözlerinde. Bazen birkaç küçük karikatür yetiyor insanların cepheye koşmasına. İşte bu çalışmayla da anlıyoruz ki savaşlar sadece cephede kazanılmıyor. Kimi zaman bir mücadelede kazanan olmak için top tüfek değil, kağıt kalem tutmak gerekiyor…

Çanakkale'de Çocuklarda Savaştı
Salim Koçak & Sevinç Koçak
Çilek Yayınları
"Arkadaşlar!.. Askerler!.. Ben, Emre'nin bize katılmasını kabul ediyorum. O, çok cesur bir arkadaş. Sizler ne dersiniz?"
Herkes birbirine baktı. Emre'nin gözleri sevinç ve heyecanla arkadaşları arasında gidip geliyor, umutla verecekleri cevabı bekliyordu.
İsa atıldı:
"Komutanım, madem öyle uygun buldunuz, ben de kararınıza uyarım." Diğer çocuklar da aynı şeyi söylediler.
Emre, öyle bir sevinç çığlığı attı ki tepelerde yankılandı:
"Yaşasın!.."
Hızla gidip, abisinin boynuna sarıldı. İsa, sert bir davranışla kardeşini itti. "Asker!" dedi. "Artık evin dışında abi-kardeş yok. Madem ki çetenin içindesin, ona göre davranıp, ona göre hareket edeceksin.
Tamam mı?"
Emre, hızla hazırol durumuna geçip "Emredersin, komutanım!" dedi. Hepsi birden ellerini tekrar birleştirip, bir kere daha yemin ettiler:
"Ölmek var, dönmek yok!"

Çanakkale Her Şey Yanıp Gül Oldu...
Nurullah Genç
Timaş Yayınları
Çanakkale şimdi bir sevdalı Türkiye'dir
Ey hoyrat bir kavgada yar kapısı bulanlar
Ey hayal cümbüşünü karanlıktan alanlar
Ey bahriyeli umut, piyadeler buyruğu
Ey zehirli sularda nergis arayan kuğu
Bedbaht emek, baykuşa yuva kuran sermaye
Kime verildiğinden habersiz dertli paye
Ey mana evreninde boynuma ilmek olan
Ey gayesi tepinmek, tıkınmak, gülmek olan
Ey ibrişim tutkular zindanına girenler
Ey düşmana en mahrem sırlarını verenler
Bu destanın bayrağı gönderinden iner mi
Çanakkale kutlu bir meşaledir; söner mi
Sönmeyecek; karanlık bilmese de, niyedir
Bu eflâtun sessizlik güller mahzun diyedir
Dünyayı yenenlerin yenildiği, o eşsiz
Çanakkale şimdi bir sevdalı Türkiye'dir

Size Ölmeyi Emrediyorum! Atatürk ve Çanakkale
Fikret Günesen
İleri Yayınları
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
“Bu taşındır” diyerek Kabe’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da rida namiyle,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
Ebr-i nisanı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
- Mehmet Akif Ersoy-

Çanakkale'yi Yaşamak
Kolektif
Emre Yayınları
Çanakkale… Türk tarihinin iftihar tablolarının en kanlısı, en acısı, fakat aynı zamanda en şereflisi. Topuyla tüfeğiyle, taşıyla, kazmasıyla savaşa koşan; genciyle yaşlısıyla, askeri, öğrencisiyle kendisini feda eden; yorgun ama inançlı Türk Milleti… Çanakkale Zaferi, millet olma bilincine ermiş bir toplumun bir ve beraber olduğunda dünyaya neler yapabileceğini, nelere katlanabileceğini gösterdiği ve ispatladığı bir zaferdir.
Osmanlı Devleti bu savaşta çok önemli bir şey yaptı. Askerinin savaş alanında verdiği mücadeleyi, o ağır sefalete rağmen kazandığı başarıları gelecek kuşaklara aktarmak için devrin en önemli yazarlarını, hocalarını, nam-ı diğer “kalem ehli”ni cepheye götürdü ve savaş bitiminde bu kişilerin bizzat tanık olduklarını yazıya dökmesini sağladı.
Bu kitap işte o dönemin aydınlarının, en önemli kalem sahiplerinin yazdıklarından oluşan özel bir Çanakkale Zaferi anma sayısıdır. Yahya Kemal'den Ziya Gökalp'e, Yunus Nadi'den Namık Kemal'e kimler yok ki yazarlar arasında? Birebir yaşanmışlığın izlerini her satırda görmeniz ve o satırların aralarında dönemin ruhunu hissetmeniz için, kısacası, kelimenin tam anlamıyla Çanakkale'yi yaşamanız için...


Çanakkale / 18 Mart 1915
Murat Çulcu
E Yayınları
Yeni Mecmua, Ziya Gökalp’in yönetiminde 1917’de yayımlanmaya başlayan bir dergi. Yahya Kemal’den Hamdullah Suphi’ye kadar bir çok aydının katkıda bulunduğu bir çalışma. İmparatorluğun zor günlerinde ulusal bilinci geliştirme, halkın bozulan moralini yükseltme çabası içinde olan İttihad ve Terakki Fırkası’nın da desteklediği bir yayın.
1918 yılının ilk yarısında Birinci Dünya Savaşı devam ediyor, Yeni Mecmua da ulusal bir söylemle yayınlarını sürdürüyordu ve o yıl Çanakkale Savaşı’nın 3. yıldönümüydü. Savaşın sonu iyi görünmüyor, ülke bir ‘bilinmeze’ doğru sürükleniyordu.
İşte böyle bir dönemde tarihin en görkemli savunmalarından birini ‘özel sayı’ ile anmanın yerinde olacağı düşünülmüş ve bu sayı hazırlanmıştı.
Murat Çulcu’nun titizlikle hazırlayıp, ayrıntılı bir ‘sunuş’la dönemi, dergiyi ve Ziya Gökalp’i anlattığı yazısı açıklayıcı bir özellik içeriyor.
Yeni Mecmua’nın Nüsha-i Fevkaladesi’nde yer alan tüm makaleler ve edebi yazılar ana hatları itibariyle Ziya Gökalp’in “Türkleşmek-İslamlaşmak-Musaırlaşmak” düşüncesiyle uygunluk taşıyordu. Sayısı 75’i bulan yorum, anı, söyleşi, inceleme, hikaye, şiir vb. yazıların yer aldığı dergide en dikkati çekici bölümlerden birisi de Ruşen Eşref Bey’in Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı söyleşidir. Bu zor günlerde toplumun beklediği güçlü kişilik, kurtarıcı ve önder; Fevkalade Nüsha’nın sayfaları arasından tüm İmparatorluk coğrafyasına ve dünyaya haykırıyor: “Ben buradayım ve zamanımı bekliyorum.”
Bu güçlü adam o zamana kadar fazla öne çıkmaya çalışmayan; verilen görevleri hakkıyla yapan bir konumdan ‘müthiş zamanlamacılığı’yla tarih sahnesinin önüne çıkıyor. Bu çok değerli tarihsel belgeyi yeni harflerle ilk kez sunmuş olmayı bir görev ve sorumluluğumuzun gereği olarak görüyoruz.

Siperin Ardı Vatan / Çanakkale Savaşı
Gürsel Göncü
MB Yayınevi
Bu kitapta yakın tarihin gerek yapılışı, gerek kahramanları, gerekse sonuçları bakımından en önemli olaylarından biri olan Çanakkale Savaşı; başlangıcından sonuna tüm operasyonel detaylarıyla, Türk tarafı açısından ve objektif kriterlere göre değerlendiriliyor
Türkler hangi alanda, hangi koşullarda nasıl savaştı? Siperlerde neler doğru, neler yanlış yapıldı? Vatanı savunanlar, dönemin en güçlü orduları karşısında hangi fedakarlıklara katlandılar ve nasıl kazandılar?
Mustafa Kemal’in muharebelerin kaderini değiştiren karar ve uygulamaları nelerdi? Türk komuta kademesinde ne tür problemler yaşandı? Düşman, hangi noktalarda neleri planladı; hangi hesaplar tümden tutmadı?
Lojistik ve idari hizmetler ne ölçüde verilebildi? Sağlık hizmetlerinde hangi zorluklar yaşandı? Yaralı ve hastalara nasıl bakıldı? Türk askeri gerçekte ne kadar kayıp verdi?yer isimleri, ayrıntılı krokiler, nadir fotoğraflar ve dile getirilmemiş olaylar.

Çanakkale Çocukları
Pierre Miquel
Literatür Yayıncılık
“Kim bu çılgınlar” diye sordu Albay Ruef, atlıları dürbünle izlerken.
“Kazmacı Türkler, Albayım. Kalenin duvarını yıkanlar. Sanki yediklerini sindirmek için gezintiye çıkmışlar. Gördüğünüz gibi onları hiçbir şey durduramaz.”
Henüz çok gençtiler ve bir gemiye bindirilip savaşa gönderildiler. Ne savaşmayı biliyorlardı ne de gittikleri yeri. Osmanlı toprakları üzerinde oynanan büyük oyunun birer piyonuydular sadece, Fransa'dan, Cezayir'den, İngiltere'den, Hindistan'dan, Avustralya'dan gelen bu genç çocuklar.
Türkler vatanları uğruna savaşıyorlardı, peki ya onlar? 1915 yılında ayak bastıkları Çanakkale'nin daracık sahillerinde on binlerce ölü bıraktılar arkalarında. Ve dirençlerini kıramadıkları Türkler karşısında yenilgiye uğramış, başları önlerinde giderken onlarca soru vardı kafalarında...
Çanakkale Savaşı bu kitapta karşı cepheden anlatılıyor. Genç bir Fransız askerinin gözünden savaşı tüm çıplaklığıyla yaşarken, bir yandan da tarihten gerçek kişiliklerin, daha doğrusu savaşın asıl sorumlularının çıkar çatışmalarına tanık oluyoruz.

Çanakkale'den Kurtuluş Savaşı'na Son Kahramanlar
Recep Şükrü Apuhan
Timaş Yayınları
Soğanlı Dağlarında 87. Alay'dan geriye kalan yalnızca Alay sancağı idi. Çanakkale'de derelere daldırılan mataralara kan doluyordu. Gazze'de siperlerin önünde patlamamış mermi aradık. Felahiye'de Yüzbaşı Muzaffer son sözünü bir zarfın üzerine yazdı: "Kıble ne yöndedir?" Dumlupınar'da Üsteğmen Hamza dikenli telleri elleriyel parçaladı. Onlar yeryüzünün en yalnız insanlarıydılar...
Kan, ter ve gözyaşı ile örülmüş günler, binlerce şehit ve gazi.. I. Dünya Savaşı'nın ve Kurtuluş Savaşı'nın unutulmaz anları Recep Şükrü Apuhan'ın kalemiyle bugünlere taşınıyor...
Bu kitap, 1914-1922 yılları arasında en çetin imtihanlardan yüzünün akı ile çıkmış bir aşkı anlatıyor. Belki o hüzne, hasrete, o mektupları kaybolan adamlara karışmak isterseniz... Belki o yalnızlığa bir son vermek istersiniz diye...

Türk Basınında Çanakkale Günleri
N. Ahmet Banoğlu
Kırmızı Beyaz Yayınları
Çanakkale Zaferi olmasaydı, Kurtuluş Savaşı Zaferi'de olmayacaktı. Mustafa Kemal olmasaydı, ne Çanakkale'yi, ne de Milli Mücadele'yi görecektik. Bütün bunlar olmayınca da Türkiye olmayacaktı. Çünkü, her iki savaş da Türkiye'yi haritadan silmek gayesi ile oluşturulmuştu.
Düşmanlarımız bu gayelerine Çanakkale Savaşı ile ulaşamayınca 1919'da dünyanın en güçlü Avrupa Devletleri Türkiye'ye saldırmışlardı. Demek oluyor ki, tarihi gerçek, Çanakkale Zaferi, Türk Milleti'nin varoluşu için atılan ilk adımdır. Mustafa Kemal; Bu savaşta Türk Tarihi'ne imzasını atmıştır. Düşmanlarımız 'Zafer Yolu Çanakkale'den Geçer' parolasıyla yola çıktıkları Çanakkale Boğazı'nda açacakları kapı ile önce imparatorluktan Payitaht-ı istanbul'a, sonra da Anadolu'ya hakim olamayınca 1919'da ikinci büyük hamleleri ile vatanımıza saldırmışlardı.
Anlaşılıyor ki, Çanakkale mağlûpları Mustafa Kemal'i unutmuşlardı. Tarih, bir milletin hafızasıdır, tarihini bilmeyen ve sevmeyen millet, hafızasını kaybetmiş insana benzer..'
Atatürk ve Çanakkale

Atatürk'le varolan, Atatürk'ü duyan, Atatürk'le yaşayan, Atatürk'le dolu bir kuşağın çocuklarıyız.
Büyük Atatürk'ün yaşadığı dönemler, Atatürk'ün yaptıkları, birer anı olarak kullarımızda... İlk yazmayı öğrendiğimiz gün, O büyük insanın adını yazdığımızda duyduğumuz sevinci ve kıvancı, şimdi O'nu daha yakından tanırken, yaptıklarını değerlendirirken, büyüklüğünü duyuyoruz.


Çanakkale Savaşları
M.Orhan Bayrak
Birharf Yayınları
Kahraman Türk Ordusunun kazandığı zaferler sade Türk tarihinde değil insanlık tarihinde önemli bir yer tutmaktadır.Çanakkale zaferi, dünya tarihinde tüm ulusların imreneceği, altın sayfalarla yazılmış bir direniştir. Beş kuvvetli ulusun donanmaları Çanakkale Boğazını geçemediği gibi Gelibolu yarımadasını da geçememiştir.
Türk askeri bu toprağın her parçasını savunurken destanlar yazmıştır. Ölüme gideceğini bile bile savaşmıştır, aç, perişan bir ordunun inanılmaz mücadelesini göreceksiniz. Türk askerinin başarısını, fedakarlığını okuduğunuzda göğsünüz kabaracak. Yürekli ve vicdanlı Türk askerinin cephedeki mücadelesinin yanı sıra yabancı askerlerle kurduğu iletişim ve yabancı askerlerin anılarını da Çanakkale Savaşları kitabında Orhan Bayrak'ın kaleminden okuyacaksınız.
Orhan Bayrak'ın titizlikle hazırladığı çalışmasında Çanakkale marşlarının güfte ve bestelerini de okuyabilecek, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bu savaştaki Türk kuvvetlerini bir avuç toprak içinde nasıl bir irade ile yönettiğini öğreneceksiniz.
Bir Askerin Günlüğünden Çanakkale Cephesinden Filistin'e

"Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale, Kafkas, Irak, Filistin, Aden, Romanya, Galiçya, Makedonya olmak üzere sekiz cephede Umman Denizi'nden Avusturya ortalarına kadar olan bölgelerde sel gibi kan akıttık. Milyonlarca zayiat verdik. Ocaklar söndü. Nesiller kurudu. Mesut yuvalar tarumar oldu. En kuvvetli devletlerle beş sene dövüşmüştük. Mağlup olmuştuk. Elimizden silahlarımız alındıktan sonra Yunan sürüleri yaralı arslanların yatağına saldırdılar. Üç buçuk sene de onunla boğuştuktan sonra, onu da yüzülmüş tavşana benzettik. Bütün zincirleri kırdık. O savaşlar bugünkü kudretli devletimizin temelini kurdu. O akan kanların meyvasını bugünkü nesil idrak ediyor. Yalnız babalarının, dedelerinin nasıl uğraştıklarını bilmiyorlar. Bunları öğrenirlerse, şerefli hayatın da lezzetini daha iyi idrak etmiş olurlar. O günlerden kalmış subay ve yedek subaylar var. Lakin gün günden de eksiliyoruz. Hepimizin bildiği ve gördüğü kendisiyle beraber gömülüyor. Torunlarımıza ne bırakıyoruz? Hiç.
Ben bu eserimle biraz bir şey öğretebildiysem benim için ne mutlu."
-Şerif Güralp-
Çanakkale Benim Adım
Cemal Yeşilyurt, Mustafa Kitabevi
Bir gün mutlaka Çanakkale'ye gidiniz. Orada Gelibolu Milli Parkı'na uğrayınız. Resmi tarih anlatımını bir tarafa bırakarak, Kocaçimen sırtlarında durup, denize bakınız. Derin sessizlik içinde uyuyan toprağa kulak verince yer altından gelen kalp atışlarını duyacaksınız
Bu bölgede, 25 Nisan 1915'te başlayan Çanakkale kara savaşlarında, son nesil Osmanlı Türkü'yle, O'nu tarihten silmek isteyen güçlerin, sekiz buçuk ay süren göğüs göğüse vuruşmalarına tanık olacaksınız. Sağınıza, solunuza bakınız.aya çıkan kemikleri de görebilirsiniz belki. Onurlu ve haysiyetli bir savaşın verildiği bu yerlerde, her adımda bir mezarlığa rastlayacaksınız. Dehşeti olan, ama nefreti olmayan bir savaşın izlerini de gözlemleyeceksiniz.

Mavi forum

Ecdadı bilmek, ecdada vefa göstermektir

Eğitimci yazar Arif Akpınar, 18 Mart Çanakkale Zaferi'nin yıl dönümünde iki eserle okuyucularının karşıdında.

Tarihin altın sayfalarında yaşanmış lirik kahramanlık hikâyeleri, her zaman kalpleri derinden etkilemiştir. Bu titreyiş, ruhların ecdada olan vefa borcundan kaynaklanır.
Bu kitaptaki hikâyelerde; savaşın acımasızlığı içinde bile insanlığını koruyabilen ve canıyla, kanıyla insanlık dersi veren kahramanlarımız vardır. Ceddimizin, bir hilâl uğruna insanlığını yitirmeden nasıl kahramanca mücadele ettiğinin örnekleri vardır.
Milletimizin imanının, kan ve gözyaşıyla nasıl şekillendiği vardır. Yaşadığımız toprakları, bize hangi ruhların emanet bıraktığı vardır. Ecdadımızı bilmek, ecdadımıza vefa göstermektir.







Bir Hilal Uğruna (Çanakkale Destanı - 1)



Tarihin altın sayfalarında yaşanmış lirik kahramanlık hikâyeleri, her zaman kalpleri derinden etkilemiştir. Bu titreyiş, ruhların ecdada olan vefa borcundan kaynaklanır. Bu kitaptaki hikâyelerde; savaşın acımasızlığı içinde bile insanlığını koruyabilen ve canıyla, kanıyla insanlık dersi veren kahramanlarımız vardır. Ceddimizin, bir hilâl uğruna insanlığını yitirmeden nasıl kahramanca mücadele ettiğinin örnekleri vardır. Milletimizin imanının, kan ve gözyaşıyla nasıl şekillendiği vardır. Yaşadığımız toprakları, bize hangi ruhların emanet bıraktığı vardır. Ecdadımızı bilmek, ecdadımıza vefa göstermektir.



Cephede Bayram (Çanakkale Destanı - 2)




Mavi forum

Zirvedeki kitaplar neler?

1- İşgal ve Direniş – Hulki Cevizoğlu – Ceviz Kabuğu
2- İstanbullular – Buket Uzuner – Everest Yayınları
3- Ruhsal Gelişim ve Kader – Dr. Ender Saraç – Doğan Kitap
4- Derin Devlet – Cüneyt Arcayürek – Detay Yayınları
5- Safran Sarı – İnci Aral – Merkez Kitap
6 – Büyükelçi – Emir Kıvırck – Goa Basım
7- Aurora'nın İncileri – Nermin Bezmen – Remzi Kitabevi
8- Kan Uykusu / Dvd’li – Serdar Akinan – Karakutu Yayınları
9 – Murat Belge Bir Hayat – Tuba – Çandar – Doğan Kitap
10- Küçük Şeyler 2 – Üstün Dökmen – Sistem Yayıncılık
11 – O Sarışın Kurt – Attila İlhan – İş Bankası
12- Babamın Bavulu – Orhan Pamuk - İletişim
13- Yazı Odasında Yolculuklar – Paul Auster – Can Yayınları
14- Hayat Tatlı Zehir – Ümit Bayazoğlu – İş Bankası
15- Son İmparatorluk – İlber Ortaylı - Timaş
16- İki Kişilik Yalnızlık – Sinan Akyüz – Alfa Yayınları
17 – Zifir – Orkun Uçar – Altın Kitaplar
18- Bir Dilek Tut Benim İçin – Maria – Doğan Kitap
19 - Latife Hanım DVD’li – İpek Çalışlar – Doğan Kitap
20- Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek – İlber Ortaylı – Timaş Yayınları



(Kaynak: ilknokta.com)



Mavi forum

ATATÜRK'ün uŞaĞı







Atatürk'ün içki içmesine en çok kim müdahale ederdi? Mustafa Kemal'in yakın çevresinde bulunan asalaklar kimlerdi? İşte bu ve buna benzer sorular, Atatürk'e en yakın birinin kaleminden...Okudukça şaşıracaksınız, hayrete düşeceksiniz...



Cemal Granda… Atatürk’ün Uşağı… Hizmetine girdiği 3 Temmuz 1927'den, ölümü olan 10 Kasım 1938'e kadar Atatürk’ün yanından hiç ayrılmadı. 12 yıl boyunca Atatürk’ün ünlü sofrasının konuklarını, devlet başkanlarının ziyaretlerini, Atatürk’ün kederlerini, sevinçlerini en yalın haliyle gözlemledi.
Sonra da bunları kaleme aldı.
Cemal Granda'nın anıları 1972 yılında Hürriyet tarafından basılmıştı. 33 yıldır yayınlanmayan anılar şimdi yayın hayatına yeni atılan Kristal Yayınları tarafından okuyucuyla buluşuyor..
KİTAPTA NELER VAR NELER?
-Atatürk’ün, “Kemal” adını “Kamal” diye değiştirdiğini biliyor muydunuz?
-Tüm yurt gezilerinde her türlü masrafı kendi cebinden ödediğini biliyor muydunuz?
-Atatürk, bir gece sofrada dostlarıyla sohbet ederken hizmetlilere dönüp neden “Bütün elbiselerimi yakın” emrini vermişti?
-Atatürk Dr. Reşit Galip’e neden kafatası ölçüsünü aldırdı? Ata’nın kafatası ölçüsü kaç çıktı?
-Nutku hazırlarken üç gün üç gece uyumadan çalıştığını biliyor muydunuz?
-Kendisini çok kızdıran Dr. Reşit Galip’i sofrayı terk etmeye davet eden Atatürk, Reşit Galip bunu reddedince ne yapmıştı?
-Resmiyetten sıkılan Atatürk, bir gece yarısı Dolmabahçe Sarayı’ndan gizlice dışarı çıkınca İstanbul Valisi sabaha karşı onu nerede bulmuştu?
-Atatürk bir gün neden “Biz de bir zamanlar marifetmiş gibi evlenmiştik” demişti?
-Neden İsmet İnönü’nün çocuklarına mirasından ödenek bırakmıştı?
-Milli Eğitim Bakanı atadığını bildirdiği akşam, Dr. Reşit Galip’i neden iki askerle güreş tutmaya zorlamıştı?
-Mareşal Voroşilov’un Türkiye ziyaretinde, Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Recep Peker’i Stalin’in muadili sanması, Peker’in başını nasıl yedi?
-Atatürk, bir gece iddia üzerine tabancasını çekip köşkteki avizelerin ampullerini nasıl vurdu?
-Atatürk, sofra sohbeti sabaha dek uzayınca manevi kızı Zehra’ya nasıl sabah ezanı okuttu?
-Uşağının diğer hizmetlilere şakayla “Selanik’ten çıksa çıksa Yahudi çıkar” dediğini duyan Atatürk, akşam sofrada buna ne karşılık verdi?
-Yakın arkadaşı ve koruması Recep Zühtü metresini vurunca Atatürk ne yaptı?
-Uşağının ev alırken tapuda rüşvet vermek zorunda kaldığını duyan Atatürk nasıl tepki verdi?
-İstanbul Valisi Üstündağ ekmeğe zam yaptığını haber verince nasıl küplere bindi?
-Nazım Hikmet hapisteyken köşkteki gramofonda plağı çalınca Atatürk şair hakkında neler söyledi?
-Masonluğu kaldıran Atatürk, gençlik yıllarında kendisinin de mason olduğunu nasıl anlattı?
-İngiltere Kralı 8. Edward’ın, Türkiye ziyaretine birlikte geldiği Madam Simpson yüzünden tahtı terk edeceğini Atatürk nasıl tahmin etmişti?
Elinizden bırakamayacak, bir solukta okuyacak, Atatürk’ü daha yakından ve içimizden biri olarak tanıyacaksınız…
İŞTE ANILARDAN BİR DEMET
Kitapta yeralan anılan çok ilginç. İşte bu anılardan bir demet...
...Yalnız bir gece Kazım Özalp’in evinde tam yirmi sekiz kadeh kokteyl içtiğini hatırlarım. Bunun adı Napoleon Kokteyli idi. Bir miktar cin, bir miktar vermut, bir miktarda Seribrandi likörü ile yapılıyordu. Bunların dışında alıştığı içkiyi değiştirmemiştir.
Her gece içen Atatürk, gündüzleri alkol kullanmaz, yalnız çok sıcak günlerde bir iki bardaktan fazla olmamak üzere bira içerdi. Bu yüzden kimse Atatürk’e gündüzleri içki içmek için ısrar etmez, en koyu alışkanlar bile akşamın olmasını iple çekerdi. Büyükdere gezisi o ender gecelerden birine rastlamış ve halkın gösterisi karşısında coşan Atatürk, içki faslını farkında olmayarak sabaha dek sürdürmüştü.
ÇEVRESİNDEKİ ASALAKLAR
Atatürk’ün sofracısı olduğum için çok temiz giyiniyordum. Elbisem her zaman ütülü, beyaz gömleğim kolalı, iskarpinlerim rugandı. Davetlilerden birçoğu şıklığımı kıskanır ve giyimimi benzetmeye yeltenirlerdi. O zaman birçok bakan ve milletvekili bile papyonlarını bana bağlatırlardı. Umumi kâtip Hasan Rıza Soyak, Rize milletvekili Hasan Cavit, özel kalem memuru Lütfi Bey, giyim devrimine kendilerini uydurmaya çalışanlar arasındaydı.Cumhuriyet yeni kurulmuştu. Çok kimse giyim devrimini kavrayamamış ya da henüz benimseyememişti. Aralarında talihsiz, cahil olanlar da vardı. Fakat kısa zamanda yaşadıkları ortama uymasını biliyor, en centilmen diplomattan daha centilmen kesiliyorlardı.
Bunların bazıları okuma yazma bile bilmedikleri halde evlerine çok büyük kitaplıklar yaptırmışlardı. Örneğin Atatürk, bir atlas ya da kitap aradığı zaman, kitaplıktan biz gider, bunları çıkarırdık. Atatürk’e onlar kendileri bulmuş gibi götürüp verirlerdi. İçlerinde çok zekileri de vardı. Atatürk her hangi bir emir verse, onlar bunu istedikleri şekle sokar, kendilerine işten pay çıkarırlardı. Oysa bu işleri zavallı memurlar uşaklar görür, hazıra onlar konar, her zaman her yerde parsayı onlar toplardı. Her zaman gezilere onlar gider, hepsi birer silahşor kesilirlerdi.
Fakat bütün bunlar Atatürk’ün hiç gözünden kaçmaz, onları inceden inceye alaya alır, bazen karşılık veremeyecekleri bir soru yağmuruna tutar, karşısında nasıl ecel terleri döktüklerini hazla seyrederdi. Dalkavuklara, laf ebeliği yapanlara çok kızardı. Çok geçmeden bir punduna getirerek, yaptıklarının acısını onlardan çıkarmasını bilirdi.
Hırpalayacağı, ya da alaya alacağı kimseleri sık sık sınava çekişine tanıklık etmişimdir.
Atatürk’ün şaşırtıcı soruları ve mantık oyunları karşısında bunların dökülüşleri görülecek şeydi. Zaten O’nun sorularına tam cevap verecek adam az bulunurdu. Hepsi birer zekâ oyununa dayanıyordu. Kimse altından kalkamazdı.
İÇKİSİNE KARIŞANLAR
Atatürk’ün içki içmesine karşı olanların başında umumi kâtip Yusuf Hikmet Bayur geliyordu. Bayur- her halde Atatürk’ü hepimizden çok sevdiğinden olacak-O’nu içkisinden caydırmak için türlü bahaneler bulur, fakat hiç birini başaramazdı.
Atatürk çok içmezdi. İçtiği zamanda içmesini bilirdi. Acele etmezdi, konuşarak, sohbet ederek, yavaş yavaş içmeyi severdi. Ölçüyü kaçırmazdı. Sarhoş olduğunu bir kez bile görmedim. Taşkın bir hareketine rastlamadım.
Böyle olduğu halde Hikmet Bayur’la aralarında sık sık tartışmalara tanık olurdum. Hemen her sabah tekrarlanan bu tartışmalardan Bayur’un yenilgiye uğradığını üzülerek görürdüm.
Hikmet Bayur, erken saatlerde Atatürk’e gelir, o günkü ajans bültenlerini getirir ve kendisinden emir alırdı. Atatürk’ün yorgun halini gören Bayur dayanamaz:
-‘‘ Paşam, yine renginiz yerinde değil, çok yorgun ve bitkinsiniz. Şu içkiyi bu kadar içmeseniz daha iyi olur.’’derdi.
Bu karışmaya Atatürk’ün canı sıkılır ama hiç belli etmemeye çalışarak:
-‘‘A Hikmet Bey, ben rakıyı şimdi değil, daha Harbiye talebesiyken içerdim. Bugüne kadar da hiç zararını görmedim,’’diye karşılık verirdi. Bayur bunun da altında kalmazdı:
-‘‘ Muhterem Paşam, bu gün belki zararını görmediğinizi sanırsınız, fakat yarın göreceksiniz. Siz bu memlekete lazımsınız. Kendinize acımıyorsanız bari bu millete acıyın. Bu millet sizin varlığınızla vardır. Ne olur şu içkiyi az için.’’
Atatürk bu sözleri hep gülümseyerek karşıladı. O da Hikmet Bayur’un içinde bir kötülük olmadığını, kendisini herkesten çok sevdiğini biliyordu. Fakat bir gün canına tak demiş olacak ki, Hikmet Bayur yine içkiyi kötüleyen konferansına başladığı sırada birden bire sözü başka yana çevirerek:
-‘‘ Bu günkü işler arasında neler var bakalım?’’ diye sordu.
Atatürk o an yine sinirlendiğini belli etmemişti ama kararını vermişti. Bu içki aleyhtarı konferanslara artık bir son verecekti. Üç gün sonra mesele anlaşıldı. Akşam sofrada Atatürk, Hikmet Bayur’la beraber hepimizi şaşırtan şu haberi veriyordu:
-‘‘ Hikmet Bey, seni Kabil’e sefir yapalım. Git, oraları gör; hatta gerekirse Hindistan’a kadar git. Oralar hakkında bilgi edin. Oku, öğren ve ilim getir. Bize bu yolda faydalı ol,’’dedi.
Bu suretle Hikmet Bayur’un Kabil büyükelçiliğine atanma emri verilmiş oluyordu. Hikmet Bayur hareketinden önce veda için Köşke geldi. Atatürk, onu salonda ayağa kalkarak karşıladı. Giderken de kapıya kadar elini omzuna koyarak uğurladı. Bayur birkaç gün sonra ayrılarak Kabil’e gitti.
Bana öyle geliyor ki, bu atanma, Bayur’un yurda hizmet kaygısı, yalansız olarak Atatürk’e içki içmemesi öğüdü ve içmesine engel olma hareketinden ileri geliyordu. O Hikmet Bayur ki, sevgisini, saygısını hiç eksik etmediği Büyük Adama ‘İçme Paşam’ sözünü ilk söyleyebilmek cesaretini göstermiş, fakat bunu çok sevdiği Atatürk’ün yanından uzaklaştırılmak cezasıyla ödemişti. Nitekim Hikmet Bayur haklı çıkmış, Atatürk de sonunda içkinin fenalığını anlamış, fakat iş işten geçmişti.
ARMSTRONG AZ BİLE YAZMIŞ
Armstrong ADLI BİR YAZAR Atatürk hakkında yazdığı bir kitapta, O’nun içki âlemlerine de değinerek olumsuz ve yakışıksız yüklemelerde bulunuyordu. Hükümet o zaman bu nedenle kitabın yurda sokulmasını yasaklayan bir karar bile almıştı. Bir sabah Çankaya Köşkü’nün salonunda Atatürk kahvesini içerken, Hikmet Bayur, elinde bir kitapla geldi. Bayur, o dönemde Cumhurbaşkanlığı umumi kâtibiydi. Atatürk’e Hikmet Bayur’un geldiğini haber verdik. Atatürk’ün karşısına ilişen Hikmet Bayur’un halinde bir tuhaflık sezinlemiştik. Atatürk’e çok önemli bir meseleyi söylemekle söylememek arasında duraksadığı anlaşılıyordu.
Atatürk, bakışlarıyla kitabı işaret ederek:
-‘‘ Okuyun bakalım Hikmet Bey. Bakalım ne yazmış?’’dedi.
Anlaşılan Atatürk’ün, Hikmet Bayur’un elindeki kitaptan önceden haberi vardı.
Hikmet Bayur çok güzel İngilizce bilirdi. Sadece İngilizce konuşmakla kalmaz, İngiliz edebiyatı hakkında da geniş bir bilgiye sahipti. Hemen İngilizce kitabı açıp, çeviri yapar gibi değil de, sanki Türkçe yazılmış bir kitabı okumanın rahatlığı içinde Türkçe okumaya başladı. Atatürk’ü bazen kaşları çatılarak, bazen hayret belirtisiyle Hikmet Bayur’u dikkatle dinliyordu.
Armstrong, Atatürk’ün içki âlemlerini oldukça ağır sözcüklerle anlatıyor, fakat buna ilişkin bölümün sonunda, ‘Böyle olduğu halde yurdunu ve ulusunu ilgilendiren her hangi bir olay çıktı mı, hemen içkiyi ve eğlenceyi bir yana bırakıp, aslan gibi kükreyerek pençesini o olayın üzerine atmasını bilir,’ demekten de kendini alamıyordu.
Atatürk, kitabın burasında söze karıştı. Biz, kızacak,’ Kapat şu kitabı, yeter. Halt etmiş bunları yazmakla!’ diye bağıracağını sanıp korkmuştuk. Oysa Hikmet Bayur’a şöyle dedi:
-‘‘ Bu kitabın yurda sokulmasını yasaklamakla Hükümet hataya düşmüştür. Bu zat bizim yaşadığımız safahatı eksik bile yazmış. Bu eksikliği ben tamamlayayım da, kitaba eklensin, memleket de kitabı okusun’’
Sonra Hikmet Bayur, yeniden kitabı kaldığı yerden okumaya başladı. Atatürk, yine büyük bir dikkatle dinliyordu. Bir başka bölüme geçilmişti. Hikmet Bayur’un birkaç sayfa atladığını fark eden Atatürk:
-‘‘ Ne var ki o kısımda, sayfaları atladınız?’’ diye sordu. Hikmet Bayur, çekingenlik içinde: ‘paşam, izin verirseniz burasını okumadan geçeyim’ dedi.
Atatürk iyice meraklanmıştı:
-‘‘ Nedir yahu, bu atlamak istediğiniz? Adam ne söylemiş, ne yazmışsa hepsini bilelim. Okumaya devam…’
Atatürk okutmakta ısrar, Bayur okumamakta inat ediyorlar, aralarında sessiz bir çkişme geçiyordu. Atatürk sonunda biraz sertçe:
-‘‘ Ne diyor bu adam bizim için? Hakaret mi ediyor? Hayvan mı diyor?’ diye sordu.

Hikmet Bayur bu sözler üzerine iyice şaşırdı. Cümleleri kekelemeye başladı. Artık kaçamak yol
kalmamıştı onun için. Okumaktan başka çaresi yoktu.
-‘‘ Paşam,’’ dedi.’’ Sizin Kastamonu’da şapkayı başınıza ilk giydiğinizi anlatırken ağır kelimler kullanmış.’’
Atatürk, Armstrong’un bu sözlerine kızmak şöyle dursun, neşelenmişti bile.
-‘‘ insanlara bazen hayvan sıfatları takar, aslan gibi deriz. Bu da onun gibi. Canı istemiş, böyle düşünmüş bizi. Neyse fena değil. Haydi, okuyun, daha neler var içinde bakalım? Bayağı eğlenceli kitap,’’ dedi.
Atatürk’ün ne büyük hoşgörü sahibi olduğunu o gün bir kez daha anlamıştım. Büyük bir olgunluk içinde olayların ışığı altında kendi değer ölçülerini, görüşünü, geçmiş olayların ışığı altında kendi değer ölçülerine vurarak kıyaslıyordu.
UYKU DÜŞMANI
Atatürk uykuyu sevmezdi. Uyanık geçirdiği zaman, uykuda geçirdiğinden çok fazladır. Bir insan yaşamına sığdırılamayacak gibi imkânsız görünen büyük işleri başarısı, bu yüzden kolay olmuştur.
Atatürk, yirmi dört saatlik yaşantısının hiçbir zaman bir programa sığdırmak istememiş, ani kararlarla o anda aklına gelen şeyi yapıvermiştir. Savaştan ve Cumhuriyet’in kurulmasından sonra da memleket işleri yoluna girdiği dönemde de, sınırlı bir yaşamın içine girmemiştir. Daima dinç ve uyanık tutmaya çalıştığı asap ve enerjisi de O’nu uyutmazdı.
Atatürk’ün yaradılışı da, çerçeveli bir yaşama girmesine engel olmuştur. Gerek Çankaya’da, gerekse Dolma bahçe’de oturdu sıralar, gezilerinde, halk arasına serbestçe girip çıkmasında belirli bir program uygulamamıştır. Uykunun dostu değil, adeta düşmanıydı diyebilirim. Ünlü ‘Sofa’sı bu nedenle sabahlara dek sürer, davetliler birer ikişer çekilip gider, O ise sabah güneşini görmeden yatağına girmez uyumazdı.
Bir gece sabaha karşı, sofradakiler dağıldıktan sonra kendisine yatması için adeta yalvaran Başyaver Cevat Abbas Gürer’e, uykuda geçirdiği zamana acıdığını söyleyerek şöyle demişti:
-‘‘ Hayat pek kısa. Çocukluk ve mektep hayatı bir kısmını alıp götürüyor. Geriye kalanını da uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda gerekli dinlenme gıdasını verecek komprimeler icat olsa ne iyi olurdu. Fakat bir gün bu da olacaktır. Nitekim tıp ilimi, kimya, uyutmak için çok güzel ilaçlar yapmaya başlamıştır.’’
Atatürk’ün uykuya karşı bu alerjisi, askerlik döneminden kalmış. Çanakkale’den beri yaverliğini yapan Cevat Abbas şöyle anlatırdı:
-‘‘ Atatürk muharebe sahalarında katiyen uyumazdı. Siper muharebelerinde de tetik yatmak kaydıyla seyyar karyola elbiseyle uzanır, bir gözü açık, bir gözü kapalı uyurdu. Tabii buna uymak denirse. Kafkas Cephesinde Buğlan Gidiği muharebelerine yetişmek için otuz altı saat hayvan sırtından inmeden yürüyüş yapmış ve iki gün hiç gözünü kırpmamıştır. O acı mütareke günlerinde uykusuzluğu sürekli olan Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basışından Lozan Barışının imzasına dek gece uykusu görmedi diyebilirim.’’
UYKUSUZLUK REKORU
Atatürk için ‘içkiyi bırakamaz’ diyenler, acaba bir gün gelip aldanacaklarını hiç düşünmemişler midir? O’na içkiyi bıraktırmak isteyenler, o zaman kim bilir nasıl şaşırmışlardır. Evet, bu kadar içki kullanan ve ondan ayrılmaz görünen adam, üç ay hiç rakı içmeden durabiliyor.
Atatürk hiç Kimsede bulunmayan büyük bir irade gücüne sahipti. Eğlenmesini de, içmesini de, çalışmasını da çok iyi bilirdi. Büyük Nutku’nu yazarken ben bunun tanığı oldum. Akşamları yine sofraya kuruluyor, herkes karşısında yiyor, içiyor; fakat O, ağzına bir damla bile içki koymuyordu. Hatta yemek yerken herkesin içişini gülümsemeyle seyredişi hala gözümün önündedir. Oysa ben, içkiye alışkın insanların bir gün bile içmeden duramayacaklarını sanırdım. Atatürk’ün tam üç ay kendi isteğiyle içkiye boykotuna benimle birlikte tüm çevresindekiler de şaşıp kalmışlardı. Bu da O’nun görev aşkını ve sorumluluğunu, alışkanlıklarının ve beğenilerinin de üstünde tuttuğunun en güzel örneklerinden biridir.
Atatürk’ün sevdiği ve güvendiği insanlardan otuz beş yıllık arkadaşı İzmit milletvekili Süreyya Yiğit, bir anısında şunları yazmıştı:
-‘‘ Atatürk, büyük işler hazırlarken asla alkole ilgi göstermezdi. Nitekim Erzurum’dayken biz içerdik. O içki teklifimizi kabul etmez, kahve içmekle yetinirdi. Korkunç derecede bir irade gücü vardı. İçkiyi irade zaafından değil, düpedüz sarhoş olmak için içerdi.’’
Çankaya Köşkü’nde Büyük Nutku’nu hazırlarken hiç içki içmediği gibi, kırk sekiz saat hiç gözünü kırpmadan yazı dikte ettirişini de hatırlarım. Öyle ki, yazı yazmaktan yorulan değişiyor, fakat O, binlerce belge arasından ayırdığı notlarıyla büyük eserini tamamlamak için uykusunu bile vermekten çekinmiyordu. Böyle zamanlarda, yazdıklarını sofrada arkadaşlarına okutur, sonra yine eski köşkün çalışma odasına geçer, kâh oturarak, kâh ayakta çalışmalarını sürdürürdü. Nutuk, çalışmanın, insan gücünün nasıl üstüne çıkışını gösterdiği için, ayrı bir önem de taşımaktadır.
Atatürk’ün hiç uyumadan üç gün durabildiğini de, görmüş ve gözlerime inanamamıştım. Cephe de değildik, savaş da yoktu. Uykusuzluğu gerektirecek önemli bir olayla da karşı karşıya bulunmuyorduk. Fakat O, bir işe, ama ciddi bir işe başladı mı, onun sonunun geldiğini görmeden asla rahat edemezdi.
Atatürk, çalışmaları sırasında yer ve zaman öğeleriyle ilgili değildi. Nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun, yurt çıkarlarını kapsayan bir görev belirdi mi, onu yerine getirmeye çalışırdı. Gezileri sırasında trende, ya da otomobil içinde evrak açtırarak çalıştığı çoktur. En keyifli eğlene anında sofrada bile karşısında görevlilerden birini gördü mü, sohbeti, konuşmayı hemen yarıda keser, ‘Beni mi istiyorsunuz?’ diye kalkıp giderdi. Ülke işlerini her şeyin üstünde tutardı. Eline aldığı herhangi bir işi de yarım bırakmaz, bitirmeden rahat edemezdi. Bazen hiç durmadan okuduğu, kırk sekiz saat aralıksız çalıştığı da olmuştur. Çankaya Köşkünde eline geçirdiği bir tarih kitabını bitirmek için iki gün, iki gece hiç yatağa girmemiş, şezlongda dinlenmekle yetinmişti. Yalnız kaldığı, ya da okuduğu zamanlar masaya pek iltifat etmez, koltuğa bağdaş kurup oturmayı daha çok severdi.

Tarihle uğraştığı sıralarda. Atatürk içerde çalışıyor, ben kapıda oturmuş bekliyordum. Ara sıra uyumamak için banyoya girip, yüzüme su vuruyor, sonra anahtar deliğine gözümü uydurup, bir post üzerinde yüzükoyun uzanıp Nutku hazırlayan Atatürk’ü gözetliyordum. Saat sabahın beşine geliyordu. Uykumu dağıtmak için elime bir kitap almıştım. Adı ‘İzmir’in İşgali’ idi. Çok meraklı olan bu kitaba kendimi kaptırdığım halde, tüm uğraşım boşa gitmiş, şafak sökerken dayanamamış, yorgunluğun etkisiyle uyuya kalmışım.
Bu sırada Atatürk zile basmış, fakat ben koltukta derin bir uykuya daldığım için uyanamamışım. Zille uyandıramayınca, kendisi çağırmak zorunda kalmış. Bir de baktım ki, kapıyı aralamış:
-‘‘Çelebi, Çelebi.’’ Diye sesleniyor.
Hemen yerimden fırladım:
-‘‘Paşam. Emriniz…’’ diyebildim.
Ama bendeki korkuyu varın siz hesap edin. Bağıracak, parlayacak diye ödüm kopuyordu. Ellerimi önüme kavuşturmuş, bekliyordum. Fakat nedense kızmadı. Gayet sakin yüzüme bakarak:
-‘‘ Bana bir kahve getiriniz,’’dedi.
Söyleyecek hiçbir şey kalmamıştı. Sadece kekeleyerek,
-Paşam, uymadım. Kitap okurken içim geçmiş.’’diyebildim.
Gidip arkadaşları kaldırdım. Hizmeti devrettim ve yatmaya gittim.
Akşam nöbet sırası yine bana gelmişti. Üçüncü gecedir ki, Atatürk gözünü kırpmıyordu. Kütüphanede yere serili bir postun üstüne uzanıyor ve çalışıyordu. Notların arasına gömülmüştü. Yerler tarih kitaplarıyla doluydu. Sadece duş yapıyor, kurulanıp tekrar odaya kapanıyordu. Yemeği bile kütüphaneye getiriyorduk. Yüzü hafif süzülmüş gibi geldi bana.
Çankaya Köşkü’nde sofra kuruldu. Bu on altı kişilik bir sofraydı. Konuklar gelerek yerlerini aldılar. Sabah ki uyku olayını unutmuştum bile. Tam içki faslı başladığı zaman, konuklara dönerek:
-‘‘ Bu çocuk dün gece sabaha kadar beni bekledi,’’dedi.
Birden koltuklarım kabardı, önüme baktım. Konuklar bana biraz da kıskançlıkla bakarken Atatürk:
-‘‘ Öyle ama sabaha karşı uyuyarak beklemiş,’’ demez mi?
Sonra ‘‘Senin uykusuzluğa tahammülün yok’’ diye alay etmeye başladı. Canım çok sıkılmıştı. Önceleri ‘Çelebi işini bilir Paşam,’ diye beni öven konuklar da hep birden gülmeye başladıklarından utanç içinde kıvranıyordum. İçimden kendi kendime nasıl da kızıyordum. Saat sabahın beşine kadar uyuma da, ondan sonra uyu.
Bu olay bana ders oldu. Atatürk’ün o tarihten sonra üç gün süren büyük uykusuzluk geçirdiğini hatırlamıyorum. Fakat geç saatlere dek kaldığı vakitler de bütün dikkatimi kullanarak uykuyu aklıma bile getirmemeye çalışmışımdır. O birkaç dakikalık uyku, bende unutulmaz bir anı bıraktı. Büyük adama hizmetin zor olduğunu bir kez daha anlamış oldum.


Mavi forum

Ankara Kitap Günleri Fuarı açılıyor

Ankara Kitap Günleri Fuarı yarın Atatürk Kültür Merkezinde açılacak. Toplam 90 yayınevi, sivil toplum kuruluşları ve birçok yazarın katılacağı fuar 1 Nisan 2007 tarihine kadar açık kalacak.

Eylül Fuar ve Organizasyon şirketince düzenlenen fuar saat 10.00-20.00 arasında ziyarete açık olacak. Fuar kapsamında kültür etkinlikleri ve imza günlerinde birçok yazar, sanatçı, bilim adamı, gazeteci ve politikacı kitapseverlerle buluşacak. Konuyla ilgili açıklamada, mart ayının son haftasının Kütüphane Haftası olması sebebiyle fuar süresince ilköğretim ve orta öğretim okullarına fuar girişinin ücretsiz olacağı belirtildi



Mavi forum

KÜTÜPHANE HAFTASI

Kitabın yararlarının anlaşılması ve sayılarının çoğalması sonucu kitaplıklar oluştu. Kitaplıkların gelişmesi ile kütüphaneler meydana geldi. Herkesin yararlanması okuması, başvurması için kurulan, içinde kitaplar bulunan binaya kütüphane denir.

Millî Eğitim Bakanlığı, Mart ayının son pazartesi günü başlayan hafta­nın Kütüphane Haftası olarak değerlendirilmesini kararlaştırmıştır. Hafta süresince kütüphanenin önemi anlatılır. Kütüphaneciliğin sorunları kamu oyuna duyurulur. Halk, kütüphanelerin gelişmesi için bilinçlendirilir. Okullarımızda kütüphanenin yararlarından söz edilir. Kütüphanelerde uyulması gerekli kurallar öğretilir.



Kütüphaneler eski çağlardan beri insanlığın hizmetindedir. Eldeki bilgilere göre ilk kütüphane, Asurlular zamanında kurulmuştur. Osmanlı imparatorluğu döneminde de kitaba ve kütüphaneye önem verilirdi. O dönemden zamanımıza kadar gelen büyük kütüphaneler vardır.
Yurdumuzun belli başlı büyük kütüphaneleri şunlardır : İstanbul’da Süleymaniye ve Beyazıt Devlet Kütüphaneleri. Ankara'da Millî Kütüphane, Millet Meclisi Kütüphanesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kütüphaneleridir. Bunlardan Millî Kütüphane, 15 Nisan 1946 tarihinde kuruldu. Açılış tarihinde içinde iki kitap bulunan bu kütüphanemizde bugün 620 bin kitap vardır. Kütüphanelerimizdeki kitap sayısı yaklaşık 6 milyon kadardır.


Mavi forum

STEPHEN KING “CEP”




Eğer günün birinde birisi cep telefonu ile dünyanın sonunu getirecek bir sinyal gönderse başımıza neler geleceğini biliyor muyuz? Artık emekliye ayrılması beklenirken King, güncel bir konuyu ele alarak tüm dikkatleri yine üstüne çekmeyi başardı.

Hızlı bir tempoyla başlayan roman son sayfasına dek okuyucuyu soluksuz bırakıyor. Stephen King yeni romanında son yıllarda tüm dünyada bir salgın haline gelen cep telefonu gibi güncel bir konuyu ele alıyor ve bunu hızlı tempolu, kan gölüne dönüşen bir kitle katliamı kurgusuna dönüştürüyor. King’in inanılmaz düş gücü yine okuyucuları büyüleyecek.

Bir çizgi roman yazarı, şaşkın bir çocuk ve kedisiyle birlikte yaşayan bir adamın ortak noktaları nedir? Bu üç kişi cep telefonu kullanmadıkları için insanlığı yok eden korkunç bir yazgının kurbanı olmadıklarını modern çağın frekans denilen illetinden etkilenmediklerine inanıyorlar.

Gerilim romanı sevenlerin kesinlikle okumaları gereken bir eser olan “Cep” her ne kadar korku romanı olsa da King severler için tam bir tatil kitabı!

Mavi forum

YÜREĞİM SENİ ÇOK SEVDİ










Yazarı :CANAN TAN
Türü :


ROMAN



"Biliyorum, imkansız aşk bu! Ama hükmedemiyorum kendime..." demişti Murat. "Çünkü, yüreğim seni çok sevdi!.."

Ardından da dizelere dökmüştü sevdasını.

"Yüreğim seni çok sevdi
O yürek talan
O yürek yangın yeri
O yürek sen istiyor
Bir tek seni..."

Aslı ile Murat’ın İstanbul-Bursa-Amerika üçgeninde yaşadıkları destansı aşkın öyküsü... Herkesin kendinden bir şey bulabileceği kadar gerçek...

Mavi forum

ÇANKAYA DRAMI





Yazarı :CAHİT TANYOL
Türü :TOPLUM VE İNSAN DİZİSİ




“Bu kitabın birinci basımı Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı üç ana kuvvetin; ‘ordu, öğretmen ve Çankaya’nın nasıl yıpratıldığının öyküsüdür. İkinci basım, devletin somut görünüşü olan Çankaya’nın, 12 Eylül darbesiyle Evren Paşa ve takımı tarafından kışlaya, Turgut Özal döneminde ise aile işletmesine dönüştürülmesinin serüvenini içerir. Şimdi de Çankaya, devletle kavgalı, devletsizliği bir iktidar modeli olarak gören, oyçokluğunu milli irade ile karıştıran, bireysel özgürlüğü ve dinsel inancı türbanda kilitleyen bir siyasi parti ile karşı karşıya bulunuyor."

“Milletlerin hayatında iki tür tehlike vardır: Biri geçici, diğeri kalıcıdır. Geçici olanlar savaş ve doğal afetlerdir. Bunlar bir kuşak sonra anılarda kalır. Bazı tehlikeler vardır ki, düzeltilmesine imkân yoktur. Bunlar toplumu yozlaştırır, devleti çürütür. Bizde de Özal’la beraber ülkeyi bir çöküş sürecine yuvarlayan bu ikincisidir. Bu nedenle devlet kavramından habersiz bir başbakanın hem devlette sürekliliği hem de değişmezliği temsil eden kişilere ve kurumlara saldırmasına şaşmamak gerekir. Bu bir çöküş diyalektiğidir. Eğer devleti oluşturan kurumlar böyle bir tehlikeye dur diyemeyecek kadar hırpalanmışsa bu çözülüşü hiçbir kuvvet durduramaz.”

Mavi forum

AZİL--Hakan Günday





Sayfa sayısı: 216
Ebat: 13,5x19,5 cm
Yayın tarihi: şubat 2007
2. baskı: mart 2007



Teknoloji, insanların davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkilerini, asla geri dönülmeyecek bir biçimde değiştiriyor.
Söz konusu değişim, insanlığın amacından sapmasına ve doğadışı, adsız bir türün yeşermesine neden oluyor.
İnsanlığın bin çabayla iki bin yılda yarattığı asgari ahlak, elli yılda televizyon tarafından çiğneniyor.
Ve on yıldır da internet tarafından yutuluyor.

Bireyin yalnızlığı, toplum dışına çıkmasıyla sonuçlanıyor.
Toplum dışına itilen (ya da bunu kendi tercih eden) birey, kendi doğrularını yaratıp onlarla yaşamaya başlıyor.
Zamanla toplum ile birey arasında genişleyen ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeni oluveriyor.

Hakan Günday "Azil"de içinde yaşadığımız toplumsal yapıya yönelen eleştirisini, modern insanın “hiç”leşme sorunsalını, gerçek, hayal, kâbus arasındaki geçişler ile zaman ve mekân geçişlerini, yer yer sertleşen ifadelerle öyle ustalıkla aktarıyor ki, okuyucuyu adeta tokatlıyor.

Yazdıklarıyla uçları zorlayan genç yazar Hakan Günday her ne kadar yeraltı edebiyatı yapmadığını söylese de, insanı rahatsız ve tedirgin edici, hem sisteme karşı olan hem de sistemle iç içe geçen karakterlerine ustalıkla can veriyor.
Günday, ana karakteri Asil’in psişik özelliğine ve dünya algısına uygun bir dili de büyük bir beceriyle kullanıyor.
Roman boyunca çok sayıda felsefi tanımlama ve tespit, ana karakterin üslubuyla sıralanıyor.

Mavi forum