Arap dunyasinin Nobel Edebiyat Odulu’nu kazanan ilk yazari olan Necip Mahfuz 95 yasinda oldu. Kirktan fazla romani, otuz kadar senaryosu, sayisiz oyku ve makalesi bulunan Mahfuz, genellikle Kahire’de yasayan siradan Araplar’in oykulerini anlatmis, uzun yasaminda Arap edebiyatina tek bir yazarin katabileceginden cok fazlasini katmisti. Necip Mahfuz’un 1988 Nobel Edebiyat Odulunu almasi Arap dunyasinda tuhaf karsilanmis; Arap edebiyatinin onde gelen adlari, yazarin otuz yil once yayimladigi kitaplari icin odullendirilmis olmasini ‘ironik’ bulmuslardi. Arap dunyasinda milyonlarca okuru olmasina ragmen Mahfuz’un kitaplari Ortadogu’nun bircok ulkesinde yasakli durumdadir. Bugun Filistin icin killarini kipirdatmayan Arap yonetimleri, eski Misir baskanlarindan Enver Sedat’in Israil’le imzaladigi Camp David baris antlasmasini desteklemesinden oturu kizgin olduklari yazarin kitaplarina o gunden bu yana ozgurluk tanimadilar ve Mahfuz, Ortadogu’nun her yerinde modernlesme anlayislarini Batili ornekler uzerinden yurutmeye yonelenlere uygun gorulen ‘gizli halk dusmani’ yaftasindan yakasini kurtaramadan oldu. “Zabalavi”, dedi, yogunlasma halinde kaslarini catarak. “Onu mu ariyorsun. Allah yardimcin olsun. Zabalavi, kim bilir nerdesin?” “Seni ziyarete gelmiyor mu?”, diye sordum hevesle. “Beni ziyaret edeli bayagi oluyor. Simdi de gelebilir; belki de olene kadar goremem onu.” Sesli bicimde ic gecirdim ve sordum: “Onu boyle yapan ne?” Udunu eline aldi. “Boyle olmasalar evliyalar evliya olamazlar”, dedi gulerek. “Ona ihtiyaci olanlar benim gibi aci cekiyor mu ki?” “Bu aci tedavinin bir parcasidir.” (Zabalavi , 1965) Necip Mahfuz, Kahire’nin Cemaliye semtinde 1911’de dogdu. Ailesi hep sehrin siradan halkin oturdugu bolgelerinde yasadi ve cocuklugundan baslayarak buralarda edindigi deneyimler Mahfuz’un yazdiklari icinde oldukca onemli bir yer tuttu. Yazarin ‘eski kafali’ olarak nitelendirdigi babasi devlet memuruydu. Mahfuz babasinin hayat tarzini hicbir zaman begenmemis olsa da, hayatini kazanabilnek icin onun yolunu tutarak memur oldu. Cocuklugundan beri okumaya duskun olan Mahfuz’un yaraticiligini bicimlendiren konulardan biri olan Antik Misir’a meraki da, annesiyle gittigi muzelerde gelisti. Mahfuz, Misir’daki 1919 Devrimi’nin etkilerini oldukca siddetli hisseden bir kusaktandi. Henuz yedi yasinda evinin penceresinden Ingiliz askerlerin kadinlara dahi ates ettigine tanik oldu. Ileri yaslarinda kendisiyle yapilan bir roportajda bu olaylarla ilgili olarak soyle konusacakti: “Cocuklugumdaki guvenlik duygusunu en cok sarsan seyin 1919 Devrimi oldugu soylenebilir” . Yazar, felsefe okudugu Kahire Universitesi’nden 1934’te mezun oldu. 1936’da uzmanlik tezi uzerinde calisirken hayatini yazarlik yaparak surdurmeye karar verdi. Ar-Risala gazetesinde muhabir olarak calisti; daha sonra Al-Hilal ve Al-Ahram gibi yayinlara yazilariyla katkida bulundu. Mahfuz, 1930’larda Misir’da bilimsel ve sosyalist dusuncenin gelismesinde onemli payi olan ve bir devrim icin gerekli kosullarin olgunlasmasina dek, devlet kurumlarina sizarak ulkesine reformlarla hizmet verme anlayisindaki Salama Musa’nin cizgisine yakinlik duyuyordu. Ilk roman calismalarina baslamadan once Mahfuz uzun sure boyunca oykuler yazdi ve bunlarin yaklasik seksen tanesi cesitli dergilerde yayimlandi. Bu arada James Baikie’nin Antik Misir hakkindaki bir kitabini Arapca’ya cevirdi. Oykulerden olusan ilk kitabi 1938’de cikti. Bir yil sonra burokrasi icindeki ilk gorevine kabul edildi; memuryet hayati otuz bes yil surecekti. 1939’dan 1954’e kadar Islam Bakanligi’nda calisti; daha sonra devlete bagli bir kurulus olan Sinemayi Destekleme Kurumu’na mudur olarak atandi. Kirk uc yasindayken Atiyetallah Ibrahim’le evlendi ve baba evinden ilk kez ayrildi. Mahfuz’un erken donem yapitlarinin cogunun konusu Cemaliye’de gecer. Ilk uc kitabi, aslinda otuz kitaplik bir roman dizisi tasarisinin bir parcasi olan tarihsel anlatilardi. Walter Scott’tan oldukca etkilenen Mahfuz boylece Misir tarihini genis bir bicimde edebiyata tasimak istemisti. Ne var ki, ilk uc kitaptan sonra Mahfuz zamaninin gercekligine dondu ve toplumsal degisimin siradan insanlarin hayatinda yarattigi sarsintiyi dillendirmeye yoneldi. 1947’de ilk basyapiti sayilan Midak Sokagi yayimlandi Mahfuz’un en onemli yapitlarindan sayilan Kahire Uclemesi’nin ilk cildi 1950’de yayimlandi. Bin bes yuz sayfaya ulasan ucleme Nasir’i iktidara goturen yolu acan 1952’deki Temmuz Devrimi’ne kadar coktan tamamlanmisti. Turkce’de hic yayimlanmamis bu kitaplar Kahire’nin cesitli sokaklarinin adini tasiyordu: Saray Gezintisi, Tutku Saray ve Seker Sokagi. Romanlar, bu sokaklarda yasayan genis bir ailenin basindaki Ahmet Abdulcevat’in ve onun cocuklari ve torunlarinin 1. Dunya Savasi yilarindan 1950’lere uzanan bir surec icinde uc kusaga yayilan oykulerini anlatiyordu. Elestirmenlere gore, bu uclemede yer verdigi karakterlerin cesitliligi veonlarin ruhsal hayatlarini aktarmakta kullandigi yontemler onu Avrupa edebiyatinin Mahfuz’un Balzac, Dickens, Tolstoy, Galsworthy gibi ustalariyla ayni duzeye getiriyordu. Uclemenin ardindan Mahfuz bir sure yazmaya ara verdi. 20. yuzyilin en buyuk siyasi krizlerinden birine yol acan ve Soguk Savas’i belki de ilk kez kuresel duzeyde hissedilir hale getiren Suveys Kanali’nin ulusallastirilmasi, Suriye ile birlesme ve Nasir yonetiminin genel uygulamalari ulkede yasayan herkesi altust etmisti. Mahfuz, Misir’in kendi ulusal sorunlarini cozmeye yogunlasmasi gerektigini dusunuyordu ve siyasalari Misir’i uluslararasi maceralara surukleyen Nasir onu dus kirikligina ugratmisti. 50’lerin sonlarina dogru yeniden yazmaya basladi ve bircok roman, oyku, gazete yazisi, makale ve senaryo urettigi verimli bir doneme girdi. Basligi Cebelavi’nin Cocuklari adiyla Turkcelestirilebilecek 1959 tarihli romani yine bir genis aile oykusuydu. Yapitta, siradan Misirlilar olan Cebelavi ve cocuklari, Habil ve Kabil’in ve peygamberler Musa, Isa ve Muhammed’in hayatlarini yasarlar. Cebelavi, ciplak colun ortasindaki bir vahada bir kosk yaptirmistir ve bu ev, kusaklarca surecek aile ici bir kavganin mekani haline gelir. “Ne zaman biri bunalsa, aci cekse ya da asaglansa cole acilan o alanin sonunda, agaclik yolun ustundeki kosku gosterek kederle soyle der: “Bu, atamizin evi, hepimiz onun cocuklariyiz ve bu mulkte hakkimiz var. Neden yoksulluk cekiyoruz? Biz ne yaptik ki?” Kitabin Arap tarihinin ve Araplar arasindaki guncel bolunmuslugun bir alegorisi olduguna dair net bir isaret olmasa da dinsel gondermeler, kozmopolitan hayat tarziyla Bati hayranlarinin colde bir vaha olarak degerlendirdikleri ve kendisi de sadece yirmi yil icinde kitaptaki gibi paylasilamayan bir mulk haline gelecek olan Lubnan disinda tum Arap dunyasinda yasaklanmasina yetti. Bu Mahfuz’un kinanan kisi olarak Arap dunyasinda varabilecegi son nokta da olmayacakti. 1960’lar boyunca yazar insan ve insanlik anlayisini varoluscu bir dogrultuda Tanri ve dinden uzaklastirdi. 1961’de yayimlanan Hirsiz ve Kopekler’de, hapse giren ve ciktiktan sonra intikamini almak icin harekete gecen inancsiz bir hirsiz sundu okurlarina. Bu arada is hayati onu once Misir devletinin resmi sansurunden sorumlu bir kuruma, ardindan sinemayi desteklemek icin kurulmus bir baska devlet kurumuna tasidi. Al-Ahram gazetesinde editorluk de yapiyordu ve 1969’da Kultur Bakanligi’nin danismanligina getirildi; 1972’de buradan emekli oldu. Misir’in buyuk yayinevlerinden Dar’ul Maref’te yayin kurulu uyeligi yapti. Romanlarindan bircogu Al-Ahram’da tefrika edildi ve ayni gazetede “Bakis Acisi” olarak cevrilebilecek bir adi olan kosede duzenli olarak haftalik yazilar yazdi. 1960’lardan itibaren Mahfuz romanlarini daha serbest bir tarzda kelme almaya basladi. Miramar’da (1967) birden fazla kisiyi birinci tekil sahista anlatti. Oykunu merkezinde bir hizmetci kiz vardi ve aralarinda oportunist bir Nasir yandasi ve bir sosyalistin bulundugu dort anlaticinin hepsi de farkli siyasi anlayislarin insanlariydilar. Binbirinci Geceden Sonra ve Ibn-i Fatima’nin Yolculugu adli kitaplarinda yazar geleneksel Arap metinlerine sik sik gondermelerde bulundu. “Mahfuz’a gore cografi yeri bakimindan ve tarihsel olarak Misir’in dunyanin hicbir yerinde esi yoktur. Nil ve onun verimli vadisi nedeniyle tarihten daha yasli ve cografi olarak farkli olan, zamanda binlerce yil geriye uzanan Mahfuz’un Misir’i tarihin dolaysiz birikimidir. Yoneticilerinin, rejimlerinin, dinlerinin ve irklarinin olaganustu cesitliligine ragmen kendi tutarli kimrigini korumustur.” (Edward Said, New York Review of Books, 30 Kasim 2000) Mahfuz 1988 Nobel Odulu’nu kazandi. Elestirmenlerin bircogu ilk kez bir Arap’a verilen odulun bu kadar gecikmis olmasini istihzayla karsiladilar; zira Mahfuz’a odul verilirken yazarin yakin tarihli calismalarindan cok 1950’li yillarda yazdiklarina gonderme yapiliyordu. Odulu, ulkesinde hayati boyunca hic ayrilmamis yazar yerine iki kizi aldi. Bircok Misirli yazar gibi Mahfuz da asiri Islamcilar’in kara listesindeydi. Edebiyat hayati boyunca bircok tehdit aldi. Iran Devrimi’nin lideri Ayettullah Humeyni’nin hakkinda olum fetvasi verdigi Salman Rustu’yu savunmasi zaten Islamcilarin hic haz etmedikleri yazarin hayatini iyice tehlikeye soktu. Nitekim 1994’te iki militanin saldirisina ugrayarak bogazindan yaralandi. Kendisini oldurmeye tesebbus eden kisiler idam cezasina carptirildi. Zaten oldukca yaslanmis olan Mahfuz’un sagligi, durumunu agirlastiran seker hastaligi doalyisiyla saldiridan sonra oldukca bozuldu. Birkac yil icinde gorme yetisini hemen hemen yitirmis olan yazar buna ragmen yazmayi birakmadi ancak son yillarinda kalem tutmakta dahi zorlaniyordu; sagligi evine kapali bir hayat surmesini gerektiriyordu. Necip Mahfuz, 30 Agustos 2006’da romanlarinin gectigi sehirde, 95 yasinda hayatini kaybetti. |
0 yorum:
Yorum Gönder