25 Mayıs 2007 Cuma

"Japon eti lezizdir, Alman mideye oturur!"




Amazonlar'a giden Atila Sesören, börtü böceğinden yamyamına maceralı günlerini 'Amazonlara Yolculuk'ta topladı.


Bir projede çalışmak için 1974'te Amazonlar'a giden jeoloji mühendisi Prof. Dr. Atila Sesören, 'Yeşil Okyanus'ta kaldığı iki ay boyunca akrep, tarantula ve yılanlarla birlikte yaşadı, unicorn'la karşılaştı, hatta yamyamlarla hangi milletin etinin daha lezzetli olduğu üzerine muhabbet etti... 30 sene sonra, birgün Amazon fotoğraflarına bakarken, anılarını yazmaya karar veren Sesören'le yamyamlar, yılanlar ve Amazonlar'daki yaşam üzerine konuştuk.

'Amazonlara Yolculuk' kitabını doğuran yolculuk nasıl başladı?
1974'te çalıştığım Hollanda şirketi ITC (International Enstitute for Geo-Information Science and Earth Observation), Sürinam'da bir boksit madeni buldu. Boksit çok kıymetli bir maden tabii. Proje de, madeni okyanusa taşıyacak bir demiryolu yapımıydı. Hava fotoğrafları ve uzay görüntüleriyle ilgili bir iş vardı; ben uzay görüntüleri değerlendirilmesinde iyiydim. "Yapar mısın" dediler. "Peki" dedim, ama Amazonlar hakkında hiçbir bilgim yoktu. Burada bile çok fazla araziye çıkmamıştım. Daha havaalanında ayaklarım geri geri gitti. Neyse, sağ salim Sürinam'ın başkenti Paramaribo'ya vardık. Sonra çok teknik arıza çıktı, fakat Avrupalılara karşı becerememiş görünmemek için geri dönmedim.

Amazonlar'da ne kadar zaman geçirdiniz? Nerede kalıyordunuz?
Tahminen 1.5-2 ay kaldım. Yukarı Nikkeria'da bulunan ana kampta kaldık. Oradan helikopter alıyordu bizi, çalışma alanına bırakıyordu, yine kamp kuruluyordu. Ağaçlar arasında, hamaklarda kalıyorduk. 80-100 metre yükseklikteki ağaçlar arasında nefes almak, yürümek çok zordu. Palayla ağaçlarını kese kese ilerliyebiliyorduk. Günde 2.5 km yürüdüğümüz zaman iş yaptık diyebiliyorduk. Çok karanlıktı; ağaçlar gün ışığını engelliyordu.

Kitaptaki en ilginç bölümlerden biri de yamyamlarla olan karşılaşmanız. Ondan biraz bahseder misiniz?
O yamyamlar benim hesabıma çalışıyordu. Bir grubumuz vardı, onların başı olan Mr Leetz benim rehberimdi. 8-9 Yamyam amele olarak çalışıyordu. Birgün otururken 'shouting monkey' diyorlar, 'bağıran maymun', şimdi orman o kadar garip ki, saat 17:00'ye kadar acayip bir gürültü var, 17:00-18:00 arası kalbinizin atışını duyabilecek kadar sessiz, çünkü gündüz hayvanları susuyor. 18:00'de gece hayvanları başlıyor bağırmaya. Neyse, bağırışlar duydum. Mr. Leetz'e sordum, "Gelin Buana (şef anlamında) bakın" dedi. Bir baktım, bağıran maymunlardan birini büyük bir çukurun içine sokmuşlar. Maymunun yalnız başı dışarıda. Etrafına toplanıp, ellerindeki palayla maymunun beynini uçurdular, sonra limon sıkıp, bağıra çağıra yemeye başladılar. Ben onu görünce çok fena oldum, Mr. Leetz'e "Bunlar ne?" diye sordum. Mr. Leetz de "Bunlar eski yamyamlar, artık insan yemiyorlar, ehlileştiler. Artık canlı canlı hayvan beyni yiyorlar" dedi.

Ne zaman insan yemeyi kesmişler?
Mr. Leetz, "Altı yedi sene oldu bir vakalarını duymadık" dedi. Sonra yamyamlara tercümanlık yapmaya başladı. Biri dedi ki "En tatlı et Japon eti". Diğerleri de onayladı. Japon eti çok yumuşak oluyormuş. Almanların da eti yumuşakmış, ama Almanlar midelerini kaynatıyormuş. Biraz yağlıymış. Amerikalılarınkini kemikli olduğu için pek sevmiyorlar. Ben de böyle baktım kendime beyaz beyaz. "Eyvah!" dedim, acaba Türk eti tatmak isterler mi?

Hiç Türk yemişler mi?
Yok, soramadım.

Sürinam'da şartlar nasıl?
Halk çok fakir, sağlık şartları pek iyi değil. Yalnız Avrupalı ve Amerikalı için şartlar iyi. Ben çok lüks bir otelde kaldım, geldiğimde sigorta yaptılar, tam olarak rakamı hatırlamıyorum, ama birkaç milyon dolarlık bir sigortaydı. Hatta, bana "Mr. Sesören kusura bakmayın, belki sigortanızı az buldunuz, ama sizin titriniz için ancak bu kadarlık sigorta yapabiliyoruz" dediler. Bana orada soruyorlardı. "Ne cins sigara, viski vb içersin?" Helikopterle her istediğinizi getiriyorlardı. O bakımdan çok rahattı.

Rehberle ve çalışanlar nasıl anlaştınız?
Çok iyi anlaştık, arkadaşlıklar kurduk. Hatta ben giderken, yamyamlar beni kendi usullerince selamladılar. Onlardan ayrılırken üzüldüm.

Akreplerle karşılaşmışsınız, timsahlarla, piranhalarla... En çok hangisinden korktunuz?
En çok korktuğum Makka yılanı oldu, çünkü daha geldiğim ilk gece onunla tanıştım. dünyanın en zehirli yılanlarından biri, 30-35 cm boyunda sivri kuyruklu, üçgen yüzlü. Zehri, eczacılıkta kullanılıyor, bu yüzden yakalanıyorlar, ancak yakalamak da çok zor. Bir de bingodan... Bingo, yaban domuzuna benzeyen ama iki koyun büyüklüğünde, kocaman dişleri olan bir hayvan. 200-300 bingoyu bir arada gördüm. Onlar geldiği zaman hemen ağaca tırmandık. İlk hafta çok korktum. 18 kilo verdim. Ben salon adamlığını severim, böyle orman şuraya gideyim, buraya gideyim pek sevmem.

Amazonlarda unicorn (tek boynuzlu at) görmüşsünüz...
Hayatımda yaptığım en büyük aptallık o unicornun fotoğrafını çekmemekti. Rehber, saldırabilir diye uyardığı için hayvanın fotoğrafını çekemedim. Çok büyük, zebra gibi çizgileri olan, boynuzlu bir attı. Çok pişmanım şimdi. Ancak insanların inanmayacaklarını düşünerek benimle beraber gören dört kişiye de gördüklerine dair yazılı ifade imzalattım.

Amazonlar'da en çok ne yiyordunuz? Tattığınız değişik bir lezzet var mı?
Hep, dana eti, makarna gibi klasik yiyeceklerden yedim. Hayır, değişik bir şey tatmadım, en azından öyle sanıyorum. Bingo, yılan eti teklif ettiler, ama kabul etmedim.

Uyku problemi çektiniz mi?
Tabii, çektim. Hamakta olduğumuz zaman çok rahat değilsiniz, hamak sallanıp duruyor. Ana kamp da çok rahat değildi. İlk geldiğim günün gecesinde pat pat sesler duyuyorum. Sabah bir farkettim ki, yerde iki tane akrep, meğer gece duyduğum sesler yere düşen akreplerden geliyormuş. Cibinliğin üstünde sekiz tane akrep daha var, duvarda tarantulalar...

Amazonlar gibi gittiğiniz başka ilginç yerler var mı?
Şimdi kitabını yazmaya başladığım Kore var. Hollanda hükümetiyle Kore hükümetinin anlaşması sonucunda, 1984'te beni Seul'a kurs açmaya gönderdiler. Kore'de pasaport kontrolünden geçerken, herkesi en az 20 dakika sorguluyorlar. Sebebi de Kuzey Kore'ye casusların sızmasını engellemek. Önümde bir Japon var, arkamda iki Amerikalı. Sıra bana geldi, pasaportuma bakınca, bavulumu açmadan, "Sen Türksün" dedi. Tık, pasaportuma damgayı bastı. Ne olduğunu anlayamadım. Türk askeri, savaşta bu görevlinin hayatını kurtarmış. Adamın gözünden yaşlar aktı bunları anlatırken.




0 yorum: