Pierre Bourdieu, kendi kuşağının sosyal bilimcilerinden, kuram ve ampirik araştırmadan birini diğerine tercih etmemekteki kararlılığı ve bizatihi felsefe ve sosyal bilim alanlarının sosyolojisini yapmaktaki ısrarıyla ayrılır. Pratik Nedenler, onun yaklaşık elli yıla yayılan çalışmalarından doyurucu bir kesit sunuyor. Felsefe ve sosyal bilimler alanının son otuz yılına Fransız kökenli –ve çoğu zaman, kabullenmekte pek de gönüllü olmadıkları ‘yapısalcılık sonrası’ etiketi altında toplanan- düşünürler damgasını vurdu. Zaman zaman aynı etiketle anılan ve aslında yapısalcılık sonrası düşünürlerinin hemen tümüyle epistemolojik ve yöntemsel meseleler üzerinden bir derdi olan Pierre Bourdieu, günümüz sosyal biliminde hem kuramla ampirik araştırma hem disiplinler arasındaki sınırları son derece titiz çalışmalarıyla zorlamış bir bilim insanıydı. Düşünsel formasyonunda sosyolojinin üç büyüğü kabul edilen Marx, Durkheim ve Weber kadar, Pascal, Wittgenstein, Heidegger, Merleau-Ponty gibi felsefecilerin, Levy-Strauss, Marcel Mauss gibi antropologların yoğun biçimde etkili olduğu yazar, hem varlık anlayışları hem yönelimleri bakımından birbirinden çok farklı olan bu düşünürlerden aldıklarını harmanlayarak çağımızın en etkili sosyal bilim kuramlarından birini ortaya koymuştu. 2002 yılında ölen yazarın ürettiği metinler, sosyal bilimler alanında çalışanların yolunu açmayı sürdürüyor. (Bourdieu’nün yaşam öyküsü ve yapıtlarının birkaçının kısa tanıtımı için Kitap Gazetesi’nin eski bir sayısına bakılabilir: Türk okuru Pierre Bourdieu’yle ilk kez, 1995 yılında Pratik Nedenler adlı kitabıyla tanışmıştı. Bourdieu’nün felsefeden antropoloji ve sosyolojiye uzanan çalışma alanının oldukça önemli bir kısmını kapsayan kitabın ikinci baskısı on bir yıl sonra yapıldı. Yazarın başka dillere en çok çevrilmiş kitaplarından biri olan Pratik Nedenler, bu özelliğini yazarının düşüncelerini, kavramlarını ve yöntemini, onun çalıştığı çok değişik alanları, sosyal bilimlerin en merkezi sorunlarından biri olan ‘toplumsal eylem’ etrafında bir araya getirmesine borçlu. Dahil olduğu Fransız felsefeci/ sosyal bilimci kuşağının birçok üyesi gibi Bourdieu de ancak yapıtları 1980’lerde ABD üniversitelerinde ilgi görmeye başladıktan sonra belli bir tanınırlığa erişti ve yine kuşağın birçok yazarında olduğu gibi onun yapıtları da ABD akademilerindeki genellikle yararcı ve yüzeysel okumalar üzerinden tanındı. Üstelik akademik kariyer yarışının körleştirici bir uzmanlaşmayı her yerden daha çok teşvik ettiği bu ülkede, belli yapıtların okunup diğerlerinin değerlendirilmemesi genellikle bu kısmilik nedeniyle yanlış anlaşılmasını birlikte getiriyordu ve yazarın Amerikalıların sınıflandırma ve tartışma biçimleriyle de sorunları vardı: Sık sık düşüncelerimin genel olarak postmodernistlerin şemsiyesi altına girmiş olan kampüs radikalizminin üyelerininkilerle uyuşmadığını gördüm (Bunlar [...] herhalde benim yapıtımın ABD’deki alımlanma biçimine götüren bir bağ buldular: [Bourdieu] modern mi postmodern mi, sosyolog mu felsefeci mi, ya da ikincil olarak, antropolog mu sosyolog mu; hatta sağ kanattan mı, sol kanattan mı?) Pratik Nedenler, Bourdieu’nün bu kolaycı, yanlış ve aşırı yorum döngüsüne verdiği bir yanıt sayılabilir. Yazarın, çeşitli tarihlerde Fransa, Almanya, Hollanda, Japonya ve ABD’de verdiği konferansların kitaplaştırılmış hali olan Pratik Nedenler, yazarın yukarıda sözü geçen üç disiplindeki tartışmalarının birbirinden koparılamayacağını ortaya koyuyor. Bu anlamda, kitabın çarpıcı tarafı kendi metinleri üzerine yaptığı açıklayıcı konuşmalar ve kendi özetleri üzerinden Bourdieu’yü tanıtıyor olması; çok yönlü bir düşünür olan Bourdieu’nün olabilecek en bütünsel görüntüsünü bir cilt halinde sunması. Bourdieu’nün sosyolojinin temel işlevine dair düşündükleri, daha Türkçe’deki ilk baskıya yazdığı önsözün başında, böyle bir işlevin ülkemiz için taşıdığı önemle birlikte anlatılıyor; bu paragrafta yazarın sosyal bilimlere biçtiği muhalif ve kurucu rol de seziliyor: Benim tasarladığım biçimiyle toplumbilimin, toplumsal olarak zorlanan düşüncenin rutinlerinden, siyasal, dinsel, kültürel tüm hizaya getirme biçimlerinden kurtulmak isteyenler için büyük yardımı olabileceğini düşünüyorum. Hatta bana öyle geliyor ki, -ama tabii yanılıyor da olabilirim- Türkiye gibi coğrafya ve tarihiyle, iki uygarlık, iki kültürel ve dinsel geleneğin sınırında bulunduğundan dolayı şu ya da bu biçimiyle evrenselin emperyalizmi ile temelinde bu emperyalizme gösterilen, çoğunlukla karanlık ve gerilemeye yönelik tepkiler olan tikelcilik ve geleneğin iddiaları arasında, akıl için hem kurmaca hem de çılgınca bir çatışma riskine özel olarak açık bir ülkede, her yerde olduğundan daha yararlıdır. Kitabın 1.-5. bölümleri arasında kalan kısmı, bir felsefeci ve bir antropolog olarak da Bourdieu’nün tecrübelerinin izini açıkça yansıtsa da, daha çok onun sosyolojiye yaptığı katkılardan oluşuyor. İlk bölüm, yazarın fizikten sosyal bilimlere taşıdığı ‘alan’ kavramı ve ona dayanarak oluşturduğu ‘toplumsal uzam’ kavramı üzerinden toplumsal tabakalaşma konusuna katkılarına değiniyor. Burada Bourdieu’nün Cassirer ve Bachelard gibi bilim felsefecilerine borçlu olduğu bağıntısal epistemolojinin çalışmalarının biçimlenişinde kapladığı yer açıkça gösteriliyor. Metin açıldıkça, ilk olarak La Distinction kitabında biçimlendirilmiş kavramsal tabanın genişlediğine tanık oluyoruz: Sermaye kavramının iktisattaki kullanımıyla benzeşim kurularak yaratılmış kültürel sermaye kavramı– terimi bu biçimde ilk kullanan Bourdieu olmasa da bugün 'kültürel sermaye' neredeyse her zaman onun adıyla birlikte anılmaktadır- , yaşam tarzı, tarihsel değişim ve sınıf konumu arasında bağlantı kuran habitus, yatkınlık ve toplumsal konum kavramlarının tanım ve tarifleri “Toplumsal Uzam ile Simgesel Uzam” başlıklı bu bölümde işleniyor. İkinci bölüm, kültürel ve simgesel sermaye kavramlarını, bu sermayelerin edinilmesinde ya da bunlardan yoksun bırakılmakta okul kurumunun oynadığı rolle birlikte ele alarak, onların olgusal içeriğine örnekler sunuyor. Üçüncü bölümün konusu kuruluş ve işleyişleriyle ‘kültürel üretim alanları’. Çağımızda geçerli olan sanat sosyolojilerinin epistemolojik sorunları üzerinde kısaca durduktan sonra Bourdieu, genellikle modern toplumda ‘büyüsü bozulmayan’ bir etkinlik alanı olarak kabul edilen sanatın büyüsünü, onun da başka herhangi bir alan gibi kendisine özgü bir sermaye türüne ve üreticilerinin ve tüketicilerinin (alımlayıcılarının) çıkarlarına dayandığını göstererek bozuyor. İzleyen bölüm “Devlet Zihniyetleri’ genel olarak bürokratik alanın doğuşu ve yapısıyla ilgileniyor; devletin sermaye, aile ve kültürle ilişkilerini ve insan öznelliğinin biçimlenişinde en etkili kurum olduğunu gösteriyor. İlk bölümlerde ortaya konan sosyolojik taban, veriler ve saptamalar kitabın bölümleri arasındaki en önemli bağlantıyı sağlayan ‘toplumsal eylem’in üzerinde biçimlendiği uzamla, onu saran ve kalıba döken yapıların çeşitli haritalarını sunuyordu. “Çıkar Gütmeyen Bir Edim Olabilir mi” bölümü ise, Bourdieu’nün akademik kariyerinin başlangıcında yer eden felsefeye dönüyor ve öznenin kendi eylemini nasıl tasarladığı ve toplumbilimcinin onun eylemini tasarlayışını nasıl tasarladığı sorununu ele alıyor. Kestirmeden gidilirse, Bourdieu başlıktaki soruyu her zaman “Hayır” diye yanıtlar; bununla birlikte özellikle sanat, bilim ve din gibi ya ‘yüceltilmiş’ ya da kendi başına ereği olduğu varsayılan alanlarda eylemler ‘çıkar gütmez’ davranışların bilinçli ‘yarar’ hesaplarına dayanmasalar bile, eyleyicilerin, her alanın oluşturduğu bir yatırım rejimi ve onunla bağlantılı simgesel bir kâr elde etmeye yönelik bilince gelmez bir motivasyona sahip olduklarını (illusio) ortaya koyar. Burada, Bourdieu’nün ‘toplum felsefesi’ denebilecek bir alana en büyük katkılardan birini yapan La Sense pratique ve L’Esquisse d’une theory de la pratique adlı henüz Türkçeleştirilmemiş kitaplarında geliştirilmiş ‘pratik kuramı’yla ilgili önemli ipuçları da bulunuyor. “Simgesel Malların Ekonomisi” adlı bölüm, Bourdieu’nün sosyal bilimler alanına kesin bir biçimde yerleşmesini sağlayan, 1960’ların başında Cezayir’de yaptığı antropoloji/ etnoloji araştırmalarında geliştirdiği yöntem ve kavramların Batılı kapitalist toplumlara nasıl uygulanabileceğini gösteriyor. Bu kavramların belki de en önemlileri, maddi/ manevi, bedensel/ ruhsal gibi ikilikleri de kısmen aşmayı sağlayan simgesel mübadele, simgesel sermaye, simgesel ekonomi ve simgesel şiddet kavramları. Bölüm, gerek toplumsal tabakalaşmadaki statülerin örneğin, neden sınıf bilinci ya da sınıfsız toplum aleyhine bu kadar dayanıklı olduklarını anlamak isteyenler, gerekse bir önceki bölümde anlatılan ‘pratik kuramı’nın, -insanların yaptıkları şeyleri neden yaptıkları ve neden ‘öyle’ yaptıkları meselesinin- antropolojik açıklamasını merak edenler için yazılmış gibi. Sekizinci bölüm “Skolastik Bakış Açısı” ve onu izleyen numaralandırılmamış son bölüm “Ahlakın Çelişkili Bir Temeli” yine Bourdieu’nün önceki bölümlerde de zaman zaman ele aldığı skolastik bakış açısıyla, aslında kendisi de belli tikel çıkarlara dayanan ve dayandığı bu çıkarlar gösterilmedikçe bir paradoksa dönüşen evrenselliğin ve evrenselciliğin eleştirisini içeriyor. Bourdieu’nün yaklaşık elli yıl süren bilimsel çalışmalarından doyurucu bir kesit sunan Pratik Nedenler, Bourdieu düşüncesini bütün olarak kavramak isteyenler için uygun bir başlangıç noktası sunuyor |
0 yorum:
Yorum Gönder