25 Mayıs 2007 Cuma

Perdenin ardındaki Kundera

OYLUM YILMAZ
oylumyilmaz@yahoo.com
Arka arkaya birer ikişer sökün eden yeni romanlar, yazarlar, ortada dönen eleştiriler, eleştireme-meler, kitap ekleri, edebiyat dergileri, makaleler, imza günleri, yargılamalar, toplaşmalar, fuarlar, laflar... Hepsi ortak bir soruda birleşiyor sanki, ayrı yollar aynı çelişkilere savruluyor:
Romanı nasıl okumalı? Çoktandır roman çağına giren ve halihazırda onu yaşayan insanoğlu, onu nasıl yazmalı, nasıl okumalı, nasıl anlatmalı ve hatta nasıl anlamalı? "İnsan hayatı bir bozgundur. Adına hayat denen bu önlenemez bozgun karşısında bize düşen yalnızca onu anlamaya çalışmaktır. İşte roman sanatının varoluş nedeni de budur."
Böylesine kesin bir yargıysa romanın varoluşu, o zaman yepyeni tertemiz bir sayfa açılmış demektir önümüzde... Olay, kurgu, mizah, kahraman, karakter; hepsi karşımıza geçip anlaşılmayı beklerler, varoluş sebepleri bizi anlamak olduğu halde...
Kulağa biraz kafası karışık bir akıl yürütme gibi geliyor olabilir ama içerden birileri, mesela Milan Kundera tutunca elinizden her şey daha makûlleşiyor. Hatta şaşkınlık verecek derecede anlaşılır, mucizevi ve büyülü geliyor. 'Perde', Kundera'nın Türkçede yayımlanan son deneme kitabı. Son deneme kitabı diyorum çünkü daha önce edebiyat üzerine yazdığı denemelerden mürekkep iki kitabı daha var: 'Roman Sanatı' ve 'Saptırılmış Vasiyetler'... 'Perde'de yer alan denemelerde diğerlerinden farklı olarak, tarih bilinci ve sorgulaması eşlik ediyor kitap boyunca okura. Ve Kundera'nın kaleminde tarihle roman birbirini yaratıyor, birbirine yakınlaşıyor, iç içe geçiyor, ayrı düşüyor...
Tarih ve sanat tarihi izleği üzerinde giderken bir yandan, hayatın düzyazısını gizleyen perdeyi aralayanların, hatta yırtıp atanların da peşine düşüyoruz öncelikle.
Don Quijote ölürken yeğeni yemek yediği ve Sancho'nun da keyfi gayet yerinde olduğu için Cervantes, şeylerin ruhunu anlatmaya çalıştığı ve bunu gayet başarılı bir şekilde yaptığı için Flaubert, modern Odyseia'yı yazdığı için Joyce, modern İlyada'yı kaleme aldığı için Kafka, 'roman tarihinde benzeri olmayan bir intihar yazısı yazdığı, keşfettiği' için Tolstoy, bugün Prens Miskin, Ağlaya, Nastasya Philipovna kadar kendimizi kaybettiğimizin hâlâ farkında olmadığımız için Dostoyevski ve daha pek çokları düzyazının perdesini yırtıp ardındakileri bizlere gösteriyorlar Kundera'ya göre.BİR ROMAN NE İŞE YARAR?
İyi romancılar hayatın düzyazısının ardındakileri bizlere gösterebilenlerden çıkıyor. Ve bir yandan da roman sanatının tarihini yazaduruyorlar.

Peki roman sanatı ve onun tarihi modern insanı neden ilgilendirsin? Roman, çağımızın sanatıdır diyor Kundera ve ona göre bütün sanat dallarından ayrı bir bağlamda ele alınması gerekir.
Çünkü; 'kendi ahlak ilkelerini bireylere dayatan, anonim iradeler tarafından belirlenmiş davranışlara sahip bireylerden oluşan bir toplum'un içinden çıkmıştır. Yani bizim toplumumuzun, bizim çağımızın sanatıdır.
Modern insanla özdeştir bu bağlamda. Romanın anlamı, romancının kimliğinin yanı sıra elbette roman eleştirisi üzerinde de duruyor Milan Kundera.
Ona göre roman dahil her türlü sanat eseri sürekli bir sorgulama konusu olacak, yeniden, yeniden yargılanacaktır kaçınılmaz olarak. Her estetik yargının kişisel bir iddia olduğunu unutmamak ve eleştiriyi o çerçevede değerlendirmektir bize düşen. Ama yine de eleştirinin görevi kendi öznelliğinin üzerine kapanmamak, başka yargılarla yüz-leşebilmek ve nesnel olmayı gerçekten istemektir. Kundera'yla romanın izini sürerken; varoluş, estetik, modernizm, Avrupalılık ve ötekilik kavramlarını romanın sorunları üzerinden okuyoruz.
'Roman zamanı' içinde tarih eriyip giderken oluşturulan bellek, trajiğini kaybeden trajedi, sonsuz sorunsallara gebe estetik açığa çıkıyor; Avrupalı olamayan Doğu Avrupa'nın sıkıntısında, ötekiliğinde kendimizi buluyoruz.
Ve en önemlisi roman okumak bir yana, neden sürekli roman yazdığımızı, romandan konuştuğumuzu ve romanları eleştirmeye çalıştığımızı anlıyoruz. Çağımızın en büyük romancılarından biriyle düşünsel olarak yakınlaşmak da cabası...
Perde, Milan Kundera, Çeviren: Aysel Bora, Can Yayınları, 157 sayfa.




0 yorum: